Bizi öldürmeye doyamayanlar

11 Ekim 2015 - 11:07
Herkes iyice anlamalı artık: ölümü toplumun yaşam alanına kader ve fıtrat olarak kazıyan, öldürülen insanların yarattığı infialden ve şoklardan iktidarını kuran örgütlü kötülükle mücadele ediyoruz… Kendisini bir siyasal parti ve devletin temsilcisi biçiminde sunuyor. Sandıkla gelmiş, sandıkla gitmiyor… Gitmem diyor… En iyi ben bilirim, toplumu en iyi ben dizayn ederim iddiasında. İstikameti günümüz dünyasının değerleri değil… Geriye doğru, Osmanlı’ya doğru gidelim derdinde. İçeride başka, dışarıda başka söylemleriyle şizofrenisini politika diye yaymaya çalışıyor.
 
Mağdur edebiyatıyla aldığı halk desteğini, şimdi muktedir gücüne tahvil ederek güç tapıncı sarhoşluğu içinde kalan kitlesini şantajla diri tutmaya çalışıyor. “Oluk oluk kan aksın” ne gam! Akan kan ne kendi yandaşlarının, ne kendi çevrelerinin kanı…
 
Kimse birbirini kandırmasın: Vahşet, bu topraklarda insanların tinine ince ince oya gibi işlenmiştir. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Roboski’de, Suruç’ta işlenmiştir. Sırf farklı mezhepten diye derisi yüzülenlerin, kafası kesilenlerin, diri diri yakılanların, bin parçaya ayrılanların memleketi burası. Daha kötüsü, daha beteri olmaz, olamaz diye kendini avutan; dönüp tarihini gözden geçirmeyen, tarihi de geride bırakılıp gidilen bir şey zannedenlerin yaşadığı topraklar...
 
Oysa tarihte bir çatışma bir kez yaşandı mı, o andaki bütün duygusunu, bilgisini, neden ve sonuçlarını da sonraki tarihsel anlara devreder. Devralınan ile ne halt edileceğini, bütünüyle toplum ve halklar belirleyemez. Devlet denen aygıt işbaşındadır çünkü. Devlet, sınıflı toplumun örgütlü yapısı olarak burjuvazinin çıkarlarına çatışmanın derinleştirilmesi geliyorsa, derinleştirmeye yönelik mekanizmalarını harekete geçirir. Eğer çatışmanın sönümlenmesi sermayenin çıkarına ise, onu yatıştıracak ve silikleştirecek mekanizmaları devreye sokar. Devralınan ile ne yapılabileceği, bütünüyle toplumun, halkların, ne derseniz, bizim işimiz olmaktan çıkar.
 
Devralınanı ne yapacağını bütünüyle toplum belirleyemese de, çatışma acılarının ritüelleri, simgesel bir otomatikliğe karşılık gelmediği ölçüde, kişiyi özneleştirir. Öznellik, anmalar, dualar, yas zamanları vb. maddi pratiklerde belirli ritüellerin takip edilmesiyle meydana gelir. Ancak ritüelin geri planında yine de bize seslenen, çağıran bir Öteki vardır. Türkiye’de Öteki, bir süredir, “bölücüler, hainler, anarşistler” seslenişleri ile, devralınan acıların zemini üzerinde, tehdit diye “ötekilere” düşmanlıkla yönelmeye çağırıyor insanları. Bizi, kendisinin suç ortağı olmaya çağırıyor. Bu noktada, Öteki olarak Devlet’in, onlarca yıldır doyamadığını seslenme biçimleriyle, sıradan insanların ne yapacağı Devletin ne yapacağından daha önemlidir bana göre.
 
Barış için bir araya gelmiş olanlara Devlet mekanizması aracılığı ile “bölücü, hain, anarşist, yıkıcı” diye sesleniliyor ve hatta onların fiziksel varlığına bile tahammül edilemiyor olmasında, artık, şaşıracak bir yan yok. Asıl şaşırtıcı olan, Kırşehir’de gerçekleştirilemeyen Barış mitinginden dönerken felaketin kıyısından dönmüş insanlara yolda saldırı yapabilecek kadar Devlet’in seslenişlerine hala yanıt verebilen insanların var olmasıdır. Üzerinde düşünülmesi gereken budur. Bu insanların varlığı, Devletin 1970’lerden beri yaptığı klasik seslenişlere tamah edildiğini göstermektedir. Ve bizi öldürmeye doyamayan, özünde, bu seslenişlere hala yanıt veren komşularımız, arkadaşlarımız, tanıdıklarımızdır, Devlet değildir…

    :

    :

    :

    :

    "Bizi öldürmeye doyamayanlar" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    https://twitter.com/KarsiGazete