2 Şubat 2016 - 06:30
Kibrine ve elbirliği ile yarattığımız açgözlülüğüne yenik düşen insanoğlu, doymazlığının bedelini çocuklarıyla ödüyor. Yerkürenin dört bir yanında anasız kalmış bebekler, babasını kurban vermiş yetimler, güven ihtiyacını ve onay beklentisini nereden tamamlayacağını bilmeyen nesiller olarak büyürken insanlık kendi geleceğini harcıyor.
Bugün gerek emek gerekse duygu sömürüsünde hudut tanımaz hale gelen insan, belki de dünyanın en aciz canlısı haline gelmiş, doğasına meydan okuyor. Doğar doğmaz karşılıksız güven duygusunu tesis edebilmeyi arayan yavrusunu kirli bir geleceğe sürüklediğinin farkında bile olmasa gerek. Yoksa bu kadar savaşın fitilini ateşleyebilir, bu kadar kan akıtabilir miydi?
Hani vicdani sorgulamalarımız gereği her birimiz aslında kendimizce iyi insanlar olmaya çalışırız ya işte iyi ile kötünün ayrımının giderek bulanıklaştığı bu dünyada “kirlenmenin bizi geleceğe hazırladığı” algısı zihinlerimize işlendikçe tanımlarımızdan da uzaklaşıyoruz.
On küsur yıl sonra kimi soyunun öcünü almak, kimi tanrısından onay görmek, kimi deneyimlemeden unutuverdiği sevme ve sevilme hissini dünyadan silmek güdüsüyle birer ölüm makinesine dönüştüğünde bugünün çocukları, o günün erişkinleri olan evlatlarımızı neyle suçlayıp nasıl avutacağız?
“Bize demokrasi düzeyi yetersiz geldiği için sizi toprağınızdan ederken babanı öldürdük; ama yiğitlik sende kalsın” diyerek mi?
“En zengin kaynakların üzerinde yaşıyordunuz ve bunları sisteme nasıl katacağınızı bile bilmiyordunuz. Yurdunuzu bayındır ederken sizleri devşiriverdik, kusura bakma” diye mi?
“Ekmeğini yediğin kültürümüze onca yıla rağmen nasıl olur da uyum sağlamazsın!” deyip yeni savaşlara lejyoner olarak sürerek mi?
“Senin geldiğin yerde ahlaksızlık olarak görülebilir; fakat buralarda fahişelik de profesyonel bir meslektir. Üzülme ve işini iyi yapmaya odaklan,” diyerek mi?
Sahi gözlerimizi anasından, atasından, yurdundan ve yüreğinden ettiğimiz çocukların gözünden kaçırırken aynaya nasıl bakacağız biz?