Eski bir güvenlik uzmanına göre, Türkiye’deki istihbarat kurumları cihatçıları ‘faydalı şahıslar’ olarak gördü.
Türkiye’nin güvenlik politikalarına uzun yıllar etki etmiş, şimdiyse görevini bırakmış bir güvenlik uzmanı, Türkiye’nin 2000’li yılların başında ülke içinde örgütlenme çalışmalarına başlamış olan Selefi yapılanmalarından haberdar bile olmadığını açıkladı.
Çeçenistan ve Afganistan’a giden cihatçılar ve yakın çevreleri hakkında güvenlik kurumlarındaki yaygın görüşse, ‘faydalı kişiler olabilecekleri’ veya ‘iç tehdide dönüşmeyecekleri’ yönündeydi.
Güvenlik ve istihbarat kurumlarının, bugün kimisi IŞİD örgütlenme sahalarına dönüşen El Kaide yapılanmalarını nasıl değerlendirdiğini BirGün’e anlatan uzman, ABD’nin New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi binalarına 11 Eylül 2001’de düzenlenen saldırıya dek El Kaide’den kuşkulanılmadığını aktardı. Uzmana göre, örgütün namlusu 2003’te Türkiye’deki hedeflere dönene dek bu tehdit hiç ciddiye alınmadı.
‘GİZEMLİ' AKADEMİSYEN
El Kaide’yi doğduğu topraklardan beri takip eden ve ekonomik kaynaklarını gözlem altında tutan yabancı istihbarat örgütlerinin öngörüleri de düşünüldüğünde Türkiye istihbaratının dikkatsizliği ve ‘faydalı şeytan’ tahminlerindeki yanılgısı göze çarpıyor.
2000 yılında Türkiye’de düzenlenen bir güvenlik zirvesini anlatan uzman, güvenlik politikaları ve İslami terör üzerine çalışan Britanyalı bir akademisyenin, çoğunluğunu Türkiyeli emniyetçiler ve istihbaratçıların oluşturduğu bir yemek masasına konuk olduğunu aktardı. Türkiye’de faaliyet gösteren Radikal İslamcı örgütler hakkında bilgi isteyen Britanyalı araştırmacı, verilen yanıtlardan tatmin olmadı. Eski güvenlik uzmanımız, “Hizbullah ve İBDA-C hakkında anlatılanları pek de önemsemeyen akademisyenin, henüz Türkiye’de varlığı bilinmeyen bir örgüt hakkında veri arayışında olduğu, o masanın etrafındaki güvenlikçilerin ortak kanaatiydi” diyor.
'EL KAİDE'Yİ 11 EYLÜL'DE ÖĞRENDİK'
Akademisyenin aslında El Kaide’nin peşinde olduğunu bir yıl sonra 11 Eylül’de anlayabildiklerini kaydeden uzman, şu ifadeleri kullandı; “Biz 2000’lerin başında Türkiye’deki silahlı İslami yapılanmaların tamamının takibimizde olduğunu sanıyorduk. Britanyalı araştırmacının El Kaide’nin peşinde olduğunu, Dünya Ticaret Merkezi saldırısının gerçekleştirildiği 11 Eylül 2001’de anladım. Belli ki Batılı ajanslar ve güvenlik araştırmacıları, El Kaide’nin Türkiye’de de yapılanmış olabileceğini düşünüyor ve bulgu arıyordu. Bizse bu ihtimalin farkına 11 Eylül’le birlikte vardık.”
FAYDALI KİŞİLER: SELEFİLER
Aynı uzmanın, El Kaide’nin 2003’te İstanbul’da gerçekleştirdiği bombalı eylemlerin öncesi ve sonrasına ilişkin sorulara verdiği yanıtlarsa, Türkiye’deki Selefi yapılanmasının AKP iktidarı için faydalı bir aygıt olarak kullanılabileceği hesabının yıllar öncesine dayandığını gösteriyor. Yanıtlar aynı zamanda İslamcı örgütleri kontrgerilla biçiminde kullanmaya alışkın güvenlik kurumları ve iktidarın rehaveti ile tedbirsizliğini de ortaya koyuyor.
1980’lerle birlikte başlayan küresel cihat hareketine, 2003 El Kaide İstanbul eylemlerinden ve hatta 11 Eylül 2001’den önce de Türkiye’den katılımlar vardı. Afganistan ve Çeçenistan’daki cihatlara katılan kişileri takip edip etmedikleri, bu kişileri nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda, güvenlik uzmanı şöyle konuştu: “Elbette bu kişilerin faaliyetlerinden haberdardık.
El Kaide’nin 2003 eylemlerinin akabinde düzenlenen operasyonların ardından, örgütün Türkiye’deki yapılanmasının önemli ölçüde darbe aldığını düşünüyorduk. El Kaide’den bağımsız olduğunu tespit ettiğimiz diğer cihatçıların ise konjonktürel olarak işimize yarayabilecek faydalı şahıslar olduğunu düşünerek hareket ettik.”
Uzmana göre, 2000’li yılların başlarından itibaren ‘Suudlar’, ‘Vahabiler’ veya ‘Selefiler’ isimleriyle anılan kişilerin yerellerde örgütlendiğine ilişkin duyumları güvenlik kurumları da işitti ancak “Bu kişilerin bir iç tehdide dönüşmeyeceği” yönünde değerlendirme yapıldı.
‘KARARI VEREN POLİTİKACILAR'
Ancak uzmana göre, politik karar alma mekanizmalarının başında istihbarat ve güvenlik örgütlerinin olmadığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Dolayısıyla Suriye İç Savaşı’nın başladığı 2011’den itibaren Türkiye’de hızlanan radikal İslamcı örgütlenmenin ulaştığı başarıyı getiren unsuru güvenlik kurumlarının istihbari yetersizliğinden veya eylemsizliğinden daha çok, bu örgütlenmeyi bir dış politika aracı olarak gören siyasal iktidarın vizyonunda aramak gerekiyor.
AKP’nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad aleyhine sonuçlandırmak istediği iç savaşta özellikle El Nusra’ya katılan savaşçıların rejime baskısı ile IŞİD saflarında yer alan cihatçıların Rojava’ya ve Kürtlere yönelttiği tehdit, yani vekâleten savaş yürüten örgütlenmelerin varlığı bu kapsamda değerlendirilebilir.
***
‘İktidara rağmen soruşturma’
Türkiyeli güvenlik kurumlarının Selefi unsurların hem örgütlenmesini hem de lojistiğini takip altına alabildiğini kanıtlayan onlarca olay var. Bunlardan en bilineni MİT TIR’ları hadisesi. Bunun kadar bilinir olmayanlardan biriyse İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimindeki Tuzla İSMEM kimsesiz öğrenciler yurdundaki Selefi örgütlenmesine dair soruşturma.
Yurttaki örgütlenme aracılığıyla Pakistan’a giden, oradan da Suriye’ye geçtiği sanılan 18 yaşındaki O.A’nın annesinin şikâyeti üzerine Terörle Mücadele birimlerinin yurt personelini takip altına aldığı soruşturma dosyasından görülüyor. Aynı yurttan son yıllarda Suriye’ye birçok öğrencinin gittiğinin bilinmesine karşın İSMEM’deki örgütlenmenin kilit isimleri olduğu sanılan şahıslar hakkında henüz bir iddianame hazırlanmadı. Dosyada, Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Yurt Atayün de bulunuyor.
Dosyanın varlığı bu araştırmaların yapılabildiğini ispatlasa da, araştırmayı yapan ekibin kimliği, soruşturmanın ‘iktidara rağmen’ yapılıp yapılmadığı sorusunu akıllara getiriyor.
IŞİD’E ZORAKİ BASKI
Ancak Haziran sonundan itibaren özellikle ABD’nin IŞİD karşıtı koalisyondaki özel temsilcisi John Allen’ın Türkiye’yle 16 Mayıs’ta başlattığı yeni görüşmeler, hem Türkiye’nin sınır güvenliğinde yeni bir düzeye ulaşmasını sağlamış hem de içerideki örgütlenme alanlarıyla ilgili baskı oluşmasına yol açmış gibi gözüküyor. Genelkurmay’ın sınır ihlali yaparak Suriye’ye veya Türkiye’ye geçmeye çalışırken yakaladığı kişi sayısı zirveye çıkarken, pek çok kentte IŞİD örgütleyicilerine ve Suriye’de savaştığı sanılan kişilere ‘operasyonlar’ yapıldı. Bu operasyonların ABD’nin uyarısının üzerinden az zaman geçmişken gerçekleştirilmesi, bu sahalara ilişkin elde bulunan istihbaratların politik tercihlerden ötürü kullanılmadığını düşündürüyor.
***
MI5 da hazırlıksız yakalandı, ama Türkiye hiç ‘kaygılanmadı’
Batılı istihbarat ajanslarının yerinde önsezilerine karşın El Kaide tehdidine karşı yeterli hazırlık yapamadıklarını Robert Accot kod ismiyle BBC’ye konuşan eski MI5 görevlisi ortaya koymuştu. Acott’a göre ajansın İslami terörle nasıl başa çıkabileceğine ilişkin hiçbir fikri yoktu ve 7 Temmuz 2005’te Londra’yı hedef alan saldırının önlenebilmesi için yeterli tecrübeleri bulunmuyordu. Acott, İslami terör tehdidine tamamen hazırlıksız yakalandıklarını, meslek yaşamının 11 Eylül sonrasındaki kısmında yaşadığı endişe yüzünden kendisine travma sonrası stres bozukluğu tanısı konduğunu söylemişti.
MI5’ın aksine, Türkiye’deki güvenlik kurumları ise 1990’larda bile El Kaide’den farklı ideolojik temellerden gelse de, pek çok İslami örgüt hakkında bilgi sahibiydi. Dini retorikleri kendinden önceki İslami örgütlerinkinden farklı, örgütlenme pratiklerinin uzun erimliliğinden ötürü tespiti zor olsa da, Selefi örgütler üzerinde ciddi bir takip başlatmayan Türkiyeli güvenlik kurumları, izledikleri yarı eylemsizlik politikalarıyla bugün binleri örgütleyen Selefi yapıların başarı şansını artırdı.
Kaynak: Birgün / Doğu Eroğlu