8 Eylül 2015 - 06:30
Meslek hayatımın belki de en zor yazılarından birini, ona borçlu hissettiğim için güçlükle toplayabildiğim kuvvetle kaleme alıyorum. 2008 yılının yazında tanıştık. Bir sanat merkezinde çalışıyordu. Aynı çevrenin insanları olmamıza karşın ortak tanışlarımız vesilesiyle değil de özel bir gündemle denk gelmiştik. Aylarca neredeyse her gün yazıştık. Sohbetlerin uzun zamana yayıldığı yoğunlukla, işi aşarak dostluk geliştirmeye başlamıştık.
Rast gelişlerimiz seyreldiğinde arkadaşlığımızın ritüellerini oturtmuştuk. Yüz yüze gelemesek bile yılda iki kez birbirimizi aramayı âdet edindik: Yılbaşlarında ben onu arıyordum; kendi doğum gününde ise o beni.
Derken onun hayatında kopan fırtınalar benim geçmiş kasırgalarımla çarpıştı. Geride bıraktığım bir enkazı özenle teslim aldığında hayatının en zor dönemlerinden biriyle baş etmeye çalışıyordu.
Böylesi dönemlerde bile neşesinden ödün vermemeye çalışan bir yiğitti Boysan. Yılda iki kez; ama tüm yıla yetecek denli uzun, saatler süren iç döküşlerimizde birbirimizi güncelliyorduk.
“Aktivizm misyonlarımız farklı... Sen insanlara anlatmaya çalışıyorsun, ben topluma!” dediğinde, birbirinden hayli zıt duruşlarımıza rağmen arkadaşlığımızın neden sarsılmadığını ancak anlayabilmiştim.
***
Bu yılki Onur Yürüyüşü için 26 Haziran’da yayımladığım Onur başlıklı makaleden sonra en çok taşı LGBT camiasından yedim. Birkaç gün, belki bir hafta sonra “Doğru bildiğini yazmaya devam et! Yazarak, konuşarak geleceğiz bugünlerin üstesinden” diye teskin etmek için aramış... Takıldım, “Doğum gününden önce aradığına göre benim için endişelenmişsin,” dedim. Üstelemedi; biz birbirimizi korumazsak bizi koruyan olmaz, diye geçiştirdi.
Temmuz sonunda, doğum gününde konuştuktan sonra geçenlerde de İstanbul’da olacağımı söylemek için bir kez daha arayınca telefonu “Bu sene âdet bozuldu, bak kaç kez konuştuk,” diye açtı.
Meğer ne kadar az konuşmuşuz...
***
Aynı insanı farklı zamanlarda seven yüreklerin dostluğu, konuşulmayanın gücüyle pekişir. Aramızdaki suskun ittifak, dünyaya karşı duruşlarımızı ayırsa da aşklarımızı yakınsıyor, bizi uzaktan uzağa bağlıyordu.
***
Sıcak bir pazar sabahıydı, yüreğim kar altında kaldı.
Hafta boyunca aldığımız onca acı haberin arasında bir de Boysan’ı kaybetmiş olmak ne çok dayanağımı yıktı, sanırım istesem de anlatamam. Dört bir yanımız acıyla çevrelenmişken dönüp bakıyorum; bazı fotoğraflar cürümünden fazla yer yakıyor. Ne acılar, ne anılar...
Evlatlarını, dostlarını, yoldaşlarını kaybeden yüreklere metanet ve sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor ya elden... En çok da bu yakıyor. Gidenin ardından, kalanlar eksildikleriyle kalıyor.
Ansızın yitip giden canlar! Serin servilerin gölgesinde nurla yatın.