13 Kasım 2015 - 06:30
Bu satırlar gazete köşesinde yayımlandığında ben biraz uzaklarda olacağım. Yaklaşık bir haftalık süre için İspanya’nın Madrid ve Sevilla kentlerini kapsayan kısa bir yolculuk deneyimlemek üzere... Zira benim için kalkıp hareketlenmenin sırası geldi.
Hani en acımasız tabirle “titre de kendine gel” demek gerekir ya bazen... İşte hazan rengine bürünmüş ve kışın ürperti çağrıştıran günlerinin arefesinde ortaya çıkan bu ani yolculuk, benim için tam da bu telkini içeriyor. Tünel görüşe girdiğimiz, karanlığın ortasında metruk bir can gibi şaşalayıp kaldığımız dönemlerde saati ilkin bedeni uyararak çalıştırmak gerek.
Depresyona giren bir ananın yavrusu okuldan gelmeye yakın yataktan kalkıp ocağın başına kurulması gibi, en zorlu günlerini yaşayan bir ailenin konuklarını özenle ağırlaması gibi, eşini kaybetmiş bir kadının saçını tarayıp yaşadığını hatırlaması gibi...
Yüreğimizi durultup zihnimizi sağaltmak için, hani rahmetlinin dediği “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” şiarıyla kabımızı şekillendirmemiz, kalkıp gücümüzü tazelememiz bizi ayakta tutuyor.
Kızıp bu memlekete çocuk doğurmak istemeyenimiz de, umudunu yitirip kendine yurtdışında yaşam arayanımız da, semtini değiştirip sosyal sınıfının sınırlarına çekilmeye niyetlenenimiz de tortulardan arınmak için önce bedenini uyandırmalı.
Sosyal ve entelektüel varlıklar olduğumuz kadar biyolojik varlıklar olduğumuzu da unutmamalıyız. Gerektiğinde uyumayı bildiğimiz gibi icabında yürümekten geri durmamalı, nefsimizi terbiye ederken açlıkla imtihan vermekle bozmamalıyız kafayı. İnsanın, mecbur kaldığında her şeye adapte olabildiğini hatırlayıp savaşın orta yerinde kalanların bile işe gidip geldiklerini, akşamleyin yemek yediklerini, televizyon olmasa bile radyodan müzik dinlediklerini fark etmeliyiz. Bazen sevişmeli, bazen ağlamalıyız.
***
İlkin yatağımızdan, artık kanıksadığımız işimiz için oturduğumuz masadan kalkıp odanın hiç yürümediğimiz köşesine adım atmalıyız. Canımız çekmese de bir dostun kahvesine konuk olmalıyız belki.
İnsan olduğumuzu unutarak bir makine gibi mekanik ve olağan kurduğumuz yaşamların içinden arada bir kendimize dönüp “kalk da mutfağa gir” demeseydik binlerce yıldır hayatta kalabilir miydik?
Yüreğimin tortularıyla zihnimin karmaşalarına dadanmadan evvel, hane bellediğim dünyanın yakın sayılabilecek bir köşesine doğru adım atmak üzere kendimi kaldırdım. Bu kısa tur boyunca yazmayı sürdüreceğim. Hiçbir şey yapamıyorsanız siz de bu akşam, girmediğiniz bir sokağı dolanıp varın evinize. Bedeniniz canlı olduğunu hatırlasın!