Parlamento hedefine odaklı: Türkiye'nin Siyasi İntiharı

14 Kasım 2014 - 17:29
"Benim ülkemi emperyalistler parçalayabilir, ama Anadolu İhtilali'nin ülkesi emperyalizmi yenecektir."

Josip Broz Tito / Yugoslavya Eski Devlet Adamı.

***
Asırlarca geriye gitmeye gerek yok.

Milyarlarca yıldır var olduğu düşünülen evrende sadece 100 yıl geriye gidelim.

1914.

Emperyalizmin zirvesinde başı çekiyor İngiltere.

Planlarını yapmış kafası rahat. Geçecek Çanakkale'yi, yardım gidecek müttefiki Çarlık Rusya'sına, besleyecek, hayatta tutacak böylece.

Tam da bu anda tarihten çok yerinde bir uyarı: "Anadolu üzerinden geçen bir plan yapıyorsan, Mustafa Kemal'i hesaba katmayı unutma!"

Geçilmez Çanakkale, gidemez yardımlar Çarlık Rusyası'na. Çöküşü hızlanır Rusya'nın. Dayanamaz daha fazla, yıkılır. Bu kadar hızlı bir yıkım ve yıkım sonrası söz sahibi olmak, Sosyalistler için bile şaşırtıcıdır.

SSCB kurulur. Bu durum emperyalizmin hanesine eksi olarak yazılır. Sonrasında Çarlık Rusya döneminden kalma gizli anlaşmalar saçılır ortaya. Pastadır Osmanlı, mevzu da pay alma çabasıdır. Bu durum, zaten bilenen  genç subayları iyice öfkelendirir. Anlatılmalıdır olan biten halka.

1919: Dünya tarihine alanında atılan ilk imza: Ulusal/Milli ilk kurtuluş savaşı. Akabinde zaferi.

Böylece emperyalizmin karşısında büyümeye başlar blok.

1923: Cumhuriyet. Kemalist devrimler...

O dönemin analizini en iyi yapan kişilerin başında Niyazi Berkes gelir:

"Kemalizm devrimi, Mustafa Kemal'in arkasındaki bir avuç ilericiler ile, gene bu savaşın içinde bulunan muazzam bir gericiler kitlesi arasında, didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdir".

***

Kurtuluş savaşı sapına kadar anti emperyalisttir. Fakat içindeki unsurların tamamına "ilerici" demek olanaksızdır. Zaten yüzyıllarca iradesi gasp edilen ve bilime sırtına dönen bir yönetim anlayışında aksini beklemek hayalcilik olur. Üstüne bir de toplumun gelişmeye ve yeniliklere en açık olan yaş aralığının cephelerde şehit düşmesi, bu durumun üstüne tuz biber eker. Öte yandan Anadolu'da öbeklenmiş bir çok gerici unsur, emperyalizm için bulunmaz nimettir. Cumhuriyetin attığı her kritik adımda bir isyanın patlak vermesi, bunun somut göstergesidir.

1923 ile başlayan bu süreçte Gazi Paşa halka dokunuyor, yapılması gerekenleri halka anlatıyor, onları ikna ederek devrimleri uyguluyordu. Gericilik bu aşamada sinmek zorunda kalıyor, kan kaybediyordu. Fakat köklerini bu kadar derine salan bir gericilik, 15 yıl gibi bir sürede temizlenemezdi. Bu evrede temizlenemedikleri gibi seslerini ara ara çıkarmaya devam ettiler. Hatta Kurtuluş Savaşı'nın önderlerinden de destek gördüler. Mustafa Kemal Atatürk bu durumu Nutuk'ta şöyle açıklar:

"Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir."

Kemalizm'den dönüş evresi, bizzat 11 Kasım 1938'deki bakanlık değişiklikleriyle başladı.

Bu dönemin en büyük kırılma noktalarından birisi ise 1946 yılında çok partili hayata geçiş ile yaşandı. Özellikle Atatürk sonrasında halktan kopmaya başlayan CHP'nin toplumsal intiharıydı. Çünkü feodal yaşamın kökü kazınmadan böyle bir sisteme geçilmesinin en doğal sonucu olarak gerici unsurların ağababaları, hala kontrolünde olan kitleler yardımıyla palazlanmaya başladı. Bu şartlar CHP'nin "ileriye" dönük atabileceği adımları örseledi. Çözümü takiyede gördü, bu kez de taklitler aslını yüceltti.

Emperyalizm için tam bir geniş alandı. Sonuna kadar değerlendirdi durumu.

Kemalist Cumhuriyet'in ulus devlet anlayışındaki Türklük kavramı, ırk ya da mezhep kavramlarına değil, ortak kültür, ortak geçmiş, ortak gelecek ve ortak dil gibi "birleştirici" unsurlar ekseninde şekillenmişti. Devlet etnik ve mezhepsel unsurlara "kör" olmak zorundaydı, adil davranabilmek ve "ulus" olabilmek adına. Bunun aksini tercih eden ülkelerden "Yugoslavya, Irak, Suriye"yi düşünürsek, tercihin doğruluğu zaten kendiliğinden ortaya çıkar.

Ulus devletle beraber laikleşiyordu Türkiye. Din, sömürü aracı olmaktan çıkıyor, kul ile Allah arasına dönüyordu, en doğru şekilde.

Fakat çok partili hayatla başlayan gericiliğin mayasıydı dini sömürü. Bunu en iyi bilen emperyalizm, elini korkak alıştırmadı. Belki Llyold George yoktu. Ama söylediği "Unutmayınız ki masada verdiklerimizi ileride sizden tek tek geri alacağız” sözü hala geçerli politikaydı.

Bu amaç doğrultusunda Türkiye, en çok da "milliyetçilik" maskesiyle Araplaştırılmaya, daha doğrusu sunnileşmeye başladı. Bu yaklaşımın özü Anadolu'dan değil, Arap yarımadasından gelmekteydi. Topluma yoğun bir şekilde pompalandı. Mesele kendisini en milliyetçi, en Türkçü görenler bile mitinglerinde önceliği "Kur'an-ı Kerim" dağıtmaya verdi. Burada karşı olunan kesinlikle islamiyet değildir. Burada mesele, bir inancın başka bir düşünce ile senteze girdiğinde, inancın baskın halde kalıp, senteze girdiği düşünceyi kendisine benzeteceğidir. Türk-İslam sentezi bir kez de 1980'de Atatürkçülük diye pompolandı millete. Her kesimde acı, insanların acı çektiği her noktaya da "Atatürk vurgusu, heykeli" eklendi. Amaç bilinçaltında Kemalizm nefretini inşaa etmekti.

Pompalanan ümmetçilik, ulus bilincini sekteye uğrattı. Bu süreçte etnik unsurlar bizzat emperyalizm tarafından palazlandırıldı. Toplumun diğer bir kesimi de inanç sömürüsü ile kontrol altına alınırken, bir kesim hala zapt edilememişti.

O kesim ise Alevilerdi.
Zaten Türkmen kültüründen geliyorlardı. Sunni dayatmayı reddettikleri ölçüde "milli" ve "laik" kalabildiler.

Toplumu "inanç" üzerinden şekillendirmeye, yönetmeye, hatta bölmeye odaklanan emparyalizm, Alevileri "islamcı"laştıramadığı noktada başka arayışa girdi ve buldu:

"Alevileri Kürtleştirmek".

***

1914'ten tam yüz yıl sonrası.

Tarih 13 Kasım 2014.

İşte bu yüzyıllık süreç sonunda, şimdi de STRATFOR’un TR705 kodlu ajanı olan CHP Genel Başkan Yardımcısının açıklamasına kulak verelim. Tabi bundan önce, Yugoslavya'nın bölünme görevinin bizzat ülkenin kurucu partisine verildiğini, partinin de kurucu felsefesini reddederek sosyal demokrat anlayışla ancak görevini yerine getirdiğini bilerek:

"CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CNN Türk'te Katıldığı programda CHP Genel Başkan Yardımcı olduğunu vurgulayarak, "Dersim'de acı duyan herkesten bin kere özür diliyorum" dedi. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun bilgisi dahilinde bu programa katıldığının altını çizen Tanrıkulu, sadece özür dileyerek bu sorunun çözülemeyeceğini, araştırma komisyonu kurulması gerektiğini belirtti. Dersim konusunda bütün arşivlerin açık olmadığını iddia eden Tanrıkulu, arşivlerin hepsinin açılarak bu konunun aydınlatılması gerektiğini ifade etti."

Yeterince açık mı?

Yeterince açık bulmayanlar için "yap-boz"a bir parça da Gazeteci Yazar Teoman Alili'den:

"Yugoslavya'nın parçalanma süreci ile Türkiye'nin parçalanma süreci arasındaki benzerlikler dikkat çekici, ama iki ülke arasında temel bir fark var. Türkiye üniter bir devlet, Yugoslavya ise federasyondu. Yugoslavya Federasyonu'na bağlı her cumhuriyet, kuruluş anayasasına göre dilediğinde ayrılma hakkına sahipti. Belgrad çok uğraşmasına rağmen, hiçbir zaman tek millet yaratma arzusunu gerçekleştiremedi."

Hala fotoğrafı bulanık görenler için son alıntı Ahmet Taner Kışlalı'dan:

"Atatürk'ün bu topraklar üzerinde bin yılda oluşmuş olan bir kültür ortaklığını kurumsallaştırmaya çalıştığı doğru. Yirmi etnik kökenden gelen Anadolu insanından çağdaş bir ulus yaratmaya çalıştığı da.
Ve bu ulusu o kültür ortaklığının üzerine oturttuğu da...
Ama Anadolu kültürlerini yok etmek istediği doğru değil.
Fransızların ünlü Le Monde gazetesi bile başyazısında ne demişti:
"Kemalizm, bir etnik grubun diğer etnik gruplar üzerinde bir baskı aracı değildir. Laik ve cumhuriyetçi bir bütünleşme idealidir."
Bu köşede birçok kez yazıldı: Tito Yugoslavya'nın bütünlüğünü, etnik grupların kurumsallaşmasına bağlamıştı. Yani farklılıkları kurumsallaştırmıştı. Tito öldü, Yugoslavya kan içinde boğuldu. Paramparça oldu.
Atatürk ise benzerlikleri kurumsallaştırdı... Öldü. Yolundan sapıldı. Aymazlıklar, hıyanetler yaşandı. İçeriden dışarıdan onca çaba sarf edildi. Türkiye hâlâ ayakta ve bütünlüğünü koruyor.
Anadolu insanını - kendisini yabancılaştıran - bir Arap - Acem kültürünün istilasından kim kurtardı? Fuzuli'nin dilini kitaplara bırakıp, Yunus Emre'nin dilini kim devrimin bayrağı yaptı?
Anadolu'nun Türkler öncesine bile sahip çıkan, Hitit'lerin mirasçılığına soyunan bir Atatürk mü Anadolu kültürlerini öldürdü?"

    :

    :

    :

    :

    "Parlamento hedefine odaklı: Türkiye'nin Siyasi İntiharı" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI