Karşı Gazete
#YalanaKarşıGerçeğinGazetesi
Çığlık
Önce atlar vardı.
Sonra bu atlara binenler Halep’te ve Söğüt’te Bey oldu, Bâbil’de ve Bizans’ta binenlerse Sultan.
Salt kendi iradelerini nalladıkları bu atlarla çiğnediler, üç kıtada, yedi iklimde kul eylediklerinin nazlı seher vakitlerini.
Günü gelince de atlarına bindiler ve çekip gittiler gölgesiz. Ne az giden atların etinden kemiğinden, ne de uz giden buyruklardan kalmadı geriye ne bir atıfet, ne de bir derman.
Sonra, evet sonra, suya hasret bu topraklar suyunu kana kana gök gözlü okyanustan, güne hasret tekmil yapraklar ışığını doya doya altın saçlı güneşten aldılar.
Dumanlı dağ başları, dolgun başaklı ovaları, gümüş dereleriyle mukaddes memleketin göğündeki aklın yerdeki vicdanla, şarktaki etin garptaki tırnakla cümle hemhal oluşuydu bu cennet vatandaki buluşma.
Bu cennetin güzel hususiyetine doyamayanlar, ne de çabuk geçiyor zaman diyorlar!
Heyhat ki bu süren saadete bir nokta koymak için seçilenlerse, doksan yıllık karılmanın bereketi ağır gelmiş olmalı ki kendilerine, altında eziliyoruz bahanesiyle adını enkaz koydular şimdi ve kaldıracaklarını buyurdular bu hava gibi, bu güneş gibi, bu ekmek ve bu su gibi kıymetli, erdemli iyilikleri.
Meğer arzuları o atlara binmekmiş bunların da. Tanrısal addettikleri buyruklarınıysa, kimsenin tahtına şirk koşmadığı devletinde elçisiz bildirmek isterler, ölü gözlerle biat eden kullarına.
Hâlbuki o atlar bir daha geri dönmemek üzere savıldılar at mezarlığına, artık bilimi mürşit edinmiş yurttaşların mülkünden.
Bir gün, iki gün, üç gün değil nerdeyse her gün, lime lime edilen tenlerini geçtik, tekmili birden insanlarımızın canları, emekleri, arzuları, sevdaları, ne zorluklarla erişilmiş fikirleridir şeytan üçgeninde bugün heba edilen.
Gün, bize neler olduğunun farkında olmanın ve ülkeyi haramilerden kurtarmanın günüdür.
Dünya kurulalı beri bu memlekete gelip göçenlerimizin aziz hatıraları ile paylaştığımız ekmeğin ve tuzun hatırı bütün çelişkilerimize çare olabilecek kudrettedir.
Bu hatıraları ve kudreti bilmezden gelmek en başta kendimize karşı nimeti küfrandır.
Dahası kendi gerçekliğimizin inkârıdır.
Onun da ötesi ayıptır, yazıktır, günahtır!..
Sonra bu atlara binenler Halep’te ve Söğüt’te Bey oldu, Bâbil’de ve Bizans’ta binenlerse Sultan.
Salt kendi iradelerini nalladıkları bu atlarla çiğnediler, üç kıtada, yedi iklimde kul eylediklerinin nazlı seher vakitlerini.
Günü gelince de atlarına bindiler ve çekip gittiler gölgesiz. Ne az giden atların etinden kemiğinden, ne de uz giden buyruklardan kalmadı geriye ne bir atıfet, ne de bir derman.
Sonra, evet sonra, suya hasret bu topraklar suyunu kana kana gök gözlü okyanustan, güne hasret tekmil yapraklar ışığını doya doya altın saçlı güneşten aldılar.
Dumanlı dağ başları, dolgun başaklı ovaları, gümüş dereleriyle mukaddes memleketin göğündeki aklın yerdeki vicdanla, şarktaki etin garptaki tırnakla cümle hemhal oluşuydu bu cennet vatandaki buluşma.
Bu cennetin güzel hususiyetine doyamayanlar, ne de çabuk geçiyor zaman diyorlar!
Heyhat ki bu süren saadete bir nokta koymak için seçilenlerse, doksan yıllık karılmanın bereketi ağır gelmiş olmalı ki kendilerine, altında eziliyoruz bahanesiyle adını enkaz koydular şimdi ve kaldıracaklarını buyurdular bu hava gibi, bu güneş gibi, bu ekmek ve bu su gibi kıymetli, erdemli iyilikleri.
Meğer arzuları o atlara binmekmiş bunların da. Tanrısal addettikleri buyruklarınıysa, kimsenin tahtına şirk koşmadığı devletinde elçisiz bildirmek isterler, ölü gözlerle biat eden kullarına.
Hâlbuki o atlar bir daha geri dönmemek üzere savıldılar at mezarlığına, artık bilimi mürşit edinmiş yurttaşların mülkünden.
Bir gün, iki gün, üç gün değil nerdeyse her gün, lime lime edilen tenlerini geçtik, tekmili birden insanlarımızın canları, emekleri, arzuları, sevdaları, ne zorluklarla erişilmiş fikirleridir şeytan üçgeninde bugün heba edilen.
Gün, bize neler olduğunun farkında olmanın ve ülkeyi haramilerden kurtarmanın günüdür.
Dünya kurulalı beri bu memlekete gelip göçenlerimizin aziz hatıraları ile paylaştığımız ekmeğin ve tuzun hatırı bütün çelişkilerimize çare olabilecek kudrettedir.
Bu hatıraları ve kudreti bilmezden gelmek en başta kendimize karşı nimeti küfrandır.
Dahası kendi gerçekliğimizin inkârıdır.
Onun da ötesi ayıptır, yazıktır, günahtır!..
OKUYUCU YORUMLARI
YAZARIN DİĞER YAZILARI