27 Şubat 2015 - 6:30
Resmi rakamlara göre son iki ayda Kosova’dan AB ülkelerine 50 binden fazla yurttaş göç etti. İşsizlik oranı ülke genelinde yüzde 30, gençler arasında yüzde 62.
Ekim 2014 itibariyle Güney Sudan’ı terk eden yurttaş sayısı 70 binin üzerinde. Yüzde 57’sine yakını Etiyopya’da bekliyor.
Yalnızca geçtiğimiz yıl 17 binden fazla Afgan, İran üzerinden ülkesini terk etti. Diğer ülkeleri köprü edinenlerle birlikte bu sayı toplam 135 bine ulaşıyor. Halen İran’da 950 bin Afgan mülteci yaşıyor.
Lübnan nüfusunun yüzde 26’sı, Ürdün’ün yüzde 11’i, Malta’nın yüzde 3’ü, Karadağ ve Türkiye’nin yüzde 2’si mülteci-sığınmacılardan oluşuyor.
Suriye, Irak, Libya, Mısır ve Fas, siyasal ve sosyal istikrarsızlık nedeniyle göç veriyor. Maşrek (popüler ismiyle Levant) bölgesi boşalırken belki şaşırtıcı gelecek ama İsrail de nüfus kaybediyor. Otogara gidip “ülkenizi terk etmeyin” çağrısı yapan Kosova lideri yalnızlık çekmiyor; İsrail’de de son yıllarda Avrupa’ya göç eden Yahudiler resmi söylemlerle ülkelerine geri çağrılıyor.
Gelelim memleketimize…
Uluslararası anlaşmalarla göç alma ve sığınmacı kabulünün yeniden düzenlenmeye çalışıldığı Türkiye, Avrupa için tampon bölge görevi görüyor. Orta Doğu, Orta Asya, Afrika ve ilginçtir Güney Amerika’yı terk eden milyonu aşkın mülteci-sığınmacı Türkiye’de iskân ediliyor.
Ne var ki aynı anlaşmalar, memleketin iyi eğitimli, meslek sahibi, gelir kaygısıyla birlikte entelektüel kaygıları olan ve/veya bu ülkenin geleceğinden herhangi bir nedenle endişe ettiği için çocuk sahibi olmaktan çekinir hale gelen, ilk aşamada tahminen 130-190 binlik nüfusun da Türkiye’den ayrılmasına kolaylık tanıyor.
Geçimini zihin ya da beden emeğiyle sağlayanlara Avrupa’da, insan yerine kondukları, insan oldukları için saygıyı hak ettikleri ve huzurlu olabilecekleri bir hayat çiziliyor.
Şimdi bu yazının başlığını, ister “tek çıkış yolu sol ideoloji” diye okuyalım; ister bir özeleştiri olarak “sol ideoloji kan kaybediyor, çıkış yaşıyor” diye; ister “çıkış için Avrupa’ya yönelelim” ya da “trafiğin soldan aktığı İngiltere’ye güzelleme yapılıyor” diye… İlk okumadan sonra tüm atıflarımızı bir kenara bırakıp ikinci okumada bizlere çıkış kapısının gösterildiğini görelim isterim.
Bundan tam 9 yıl önce yazdığım bir köşe yazısında “kendi memleketimde azınlık olmak ile başka bir memlekette azınlık olmak arasında tercih yapacağımı hissediyorum,” demiştim. Bugün bu söyleme ufak bir ekleme yaparak tercih hakkımın elimden alınmayacağını umuyorum.
Neredeyse herkesin kendini siyasal, dinsel, cinsel, etnik ya da düşünsel azınlık olarak hissedeceği bir ortama doğru emin adımlarla ilerlediğimizi inkâr edersek yanılırız.
“Buralarda yaşanmaz,” tümcesi sizin de kulaklarınıza sıkça çalınmıyor mu?