Reyhanlı’da belinde silah olanların sayısı oldukça fazla; sivil, kabadayı kimi de istihbaratçı.
Cumhurşyet'in haberine göre, İlçe tabelasının üstünde Reyhanlı nüfus: 91 bin 100 yazıyor. Bu resmi rakam. Oysa son bir yıl içinde Suriye’den göç edenlerle birlikte nüfus üçe katlanmış durumda. Yol boyu gözüme çarpan yeni yapılan çok katlı binalardan da bunu anlamak mümkün... Her yer inşaat. Bir yanda gösterişli yeni binalar, bir yanda iki odalı barakalarda yaşamını sürdürmeye çalışan savaş mağdurları… Bir yıl önce Suriyeli mülteciler Reyhanlı sokaklarında ürkek ürkek yürürken şimdi Reyhanlılar korku içinde! 2013 Ekim’inden bu yana Reyhanlı’da değişen çok şey var.
Atatürk Caddesi’nin ortasında, 11 Mayıs katliamından sonra, Reyhanlı Belediyesi tarafından yaptırılan Şehitler Anıtı yükseliyor. Anıtın üzerindeki isimler bir çırpıda okunamayacak kadar fazla. Tam 52 insan! Adları alt alta kazınmış sütuna. Arabadan iniyorum, şehit anıtının fotoğrafını çekmek isterken yanımda bir adam beliriyor. “Kimliğinizi gösterin” diyor. “Siz kimliğinizi gösterin” diyorum. Belinde silahı var. Yüzüme sertçe bakıp arkasını dönüp uzaklaşıyor. Gün içinde karşılaştığım pek çok şaşırtıcı durumun ilki bu. Beli silahlı olanların sayısı epey fazla Reyhanlı’da. Kimi sivil polis, kimi istihbaratçı, kimi kabadayı? Gücü diğerine geçenin kurduğu bir düzen hâkim sanki sokakta. Reyhanlı yerlisinin bu düzen için ise tabiri şu: “Şeref kırmaya çalışıyorlar!”
Reyhanlı’da belinde silah olanların sayısı oldukça fazla; sivil, kabadayı kimi de istihbaratçı.
Sokak adlarını gösteren tabelaların üstüne Arapça da eklenmiş. Su almak için girdiğim dükkânın sahibi bir Suriyeli. Türkçe konuşamıyor. Şaşırıyorum. Elimde su şişesi, karşıdan karşıya geçerken çember sakallı iki erkeğin bakışlarıyla karşılaşıyorum. “Başımı örtseydim daha mı az dikkat çekerdim” diye düşünüyorum. Bu bakışlar altında Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) iki komutanı ile buluşacağım kahvehaneye doğru ilerliyorum. Cilvegözü sınır kapısından bir saat önce geçmişler. Üzerlerinde sivil giysiler var. Tanıştıklarına memnun olduklarını söylüyorlar ama elimi sıkmıyorlar. Yanlarında Türkçe bilen genç bir adam var. Tercümanlığımızı o yapıyor. Mültecilerin yoğun olarak yaşadığı mahalleye gidiyoruz. Abu Ali Ammuri ve Yaser Ammuri. Daha çok İdlib bölgesinden gelen halkın barındığı çadır kentte 100 bin insanın yaşadığını anlatıyor.
Komutanlar çadır kentte hastane bile inşa ettiklerini söylüyorlar. Yaşça kıdemli olan Abu Ali Amiri eski bir medrese hocası. “IŞİD’in İslamiyetle ilgisi yoktur. Bizim savaşımız öncelikle Esad’la. Esad’ın hedefi Sünniler. Amacı bir Şii ülkesi inşa etmek. İranlı işadamları Humus’ta birçok araziyi satın aldı. Esad’n ordusunda İranlı askerler ve Hizbullah savaşıyor. Rus ve Afgan paralı askerler de var. Geçen hafta 10 İranlı askeri öldürdük. İran’ın bilgisi var” diyor.
Finansal kaynaklarını soruyorum. “Beşşar Esad’dan aldığımız silahlar, el koyduğumuz gayrimenkuller, paraya ve silaha çevirebildiğimiz tarihi eserlerdir” diye cevap veriyor. Dört yıldır özgürlük için verdikleri mücadelede “Dünyadan destek istedik, kandırıldık. Özgürlük mücadelemiz, Amerika, Çin, Rusya kapışmasına döndü” diye öfkeyle konuşuyor. “Bu savaş ne zaman biter?” diye soruyorum; cevaplar farklı. Genç olan komutan, “Çin, Rusya, Amerika ne zaman anlaşırsa, o zaman biter” diyor.