Oyuncu Cem Davran uzun süredir ekranlarda göremediğimiz bir isim. Ancak bu Davran’ın sanattan uzaklaştığı anlamına gelmiyor.
Usta oyuncu İstanbul Halk Tiyatrosu’nda birkaç yıldır Bezirgan ve Alevli Günler oyunlarında sahne alıyor. Cem Davran’la hem kişisel hem sanat yaşantısı hem de Türkiye’nin gidişatı hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Son sinema filminiz "Ve Panayır Köyden Gider" İrlanda Uluslararası 'Underground Film Festivali'nde 'En İyi Film' ödülünü kazandı. Nasıl bir film oldu? Ne anlatıyor?
Filmin yönetmeni Mete Sözer. Amerika'da yaşayan bir Türk yönetmen. Birçok kısa filmi var fakat bu ilk uzun metrajlısı oldu. Film, dünyada hatırı sayılan birçok önemli festivale katıldı. Vizyona girmesi için yönetmen doğru zamanı bekliyor, görüşmeleri yapıyor. Film güme gitmesin diye uğraşılıyor. Son çektiğim filmler; "Melekler ve Kumarbazlar", "Bir Ses Böler Geceyi" ve "Ve Panayır Köyden Gider." Bu filmlerle birlikte benim için bir üçleme gerçekleşmiş oldu. Popüler ortam projelerinden çıkıp başka bir yolda devam etme denilebilir. "Ve Panayır Köyden Gider" bir Kafka hikâyesi bana göre. Ya da Kafka kafası ile yazılmış bir hikâye diyelim. Senaryoyu ilk okuduğum zaman o hissi almıştım. Daha çok yaşamdan, bizim imgelemimizdeki, ruhumuzdaki metaforlardan yola çıkarak anlatılan bir hikâye. Yaşıyor zannettiğimiz köy aslında bir ölü olabilir, yaşıyor zannettiğimiz insanlar aslında ölü olabilir. Vicdanı çok sorgulayan bir durum var ve ben senaryoyu okuduğumda oraya çok takıldım. Vicdan öyle ağır bir şeydir ki insan son nefesini verene kadar omuzlarında onun yükünü taşır. Vicdanı yüzünden köye geri dönen yabancının hikâyesi.
Şehir Tiyatroları'ndan sonra İstanbul Halk Tiyatrosu'nda devam ediyorsunuz. "Bezirgan" ve "Alevli Günler" birkaç yıldır devam eden 2 oyununuz, ne sıklıkla oynuyorsunuz?
Ben Şehir Tiyatroları'ndan ocak ayında emekliliğimi istedim ve rızamla emekli olarak ayrıldım. İstanbul Halk Tiyatrosu'nda oynuyorum. İstanbul Halk Tiyatrosu, Darülbedayi'nin devamı gibi hatta aslı gibidir. Bu özel tiyatronun kuruluşu nedir diye tarih sorduklarında ben 1914 diyorum. Şehir Tiyatroları'nın yani Darülbedayi'nin kuruluşu... Birkaç yıldır süren "Bezirgan" ve "Alevli Günler"i oynuyoruz. Geçen ay sezonu açtık, kasım ayı sonunda da 6 kez oynamış olacağız. Özel bir tiyatro olduğumuz için salon bulduğumuzda oynuyoruz aslında. Benim en büyük hayallerimden birisi tiyatro oyunlarını kameraya çekip onları sinema salonunda seyirci ile buluşturmaktı. Dünyada bunun örnekleri var fakat Türkiye'de yoktu. Bunun için bir adım attık ve İmaj Stüdyoları ile birlikte en büyük altyapıyı kullanarak "Alevli Günler" oyununu sinema salonlarına sokuyoruz. Bunu ilk defa sen öğreniyorsun, lansmanını daha sonra yapacağız fakat ilk kez sana söylüyorum. Bu yüzden biraz heyecanlıyım. İmaj Stüdyoları oyunumuzu 7-8 kamerayla 2 kez çekti. Biz de oyunu sinemada seyredilebilecek şekilde biraz kısalttık. Alevli Günler artık Anadolu'da; Ağrı'da, Van'da, Kars'ta sinemalarda gösterilecek. Oralarda yaşayan insanlar sinemalara gidip bu tiyatro oyunlarını izlesinler istiyoruz. Önümüzdeki aylarda olacak bu iş. Alevli Günler bunun ilk adımı oldu. Bu işin sanat koordinasyonunu ben yönetiyorum. İmaj Stüdyosu da ticari beklentiler taşımadan, yalnızca sanata destek duygusuyla bu işe girdi. Benim belirlediğim oyunları çekeceğiz ve tabii o tiyatrolar da kabul ederse... Böyle bir yenilikle her yere, her şehre aynı zamanlarda ulaşmış olacağız. Kısmet olursa daha sonra senfonik konserler olacak. Bir klasik müzik konseri sinemada seyredilebilecek.
Bir süredir Kafa Dergisi'nde hayatınızdan hikâyeler paylaşıyorsunuz. Sizin bilmediğimiz bir tarafınızı gördük bu yazılarla…
Yazma meselesi benim karşıma çok zaman önce çıktı. Ben zaten yazarım ama kendime yazarım. Yıllar önce bir dergide 2 sene boyunca "Hayati Hakikiye" diye bir köşem olmuştu. Arada çeşitli dergilere hatta bir ara bir gazeteye yazdım. Yazarım ama bir arkadaşa bakıp çıkacağım tadında... Candaş Tolga Işık aradı aylar önce beni, "Bize bir yazı yazar mısın?" dedi. O zaman "Madam Lefterya" diye bir yazı yazdım. İnsanların çok hoşuna gitmiş. "Her ay yazar mısın?" dediler, ben de deneyeyim dedim ve şimdi her ay yazıyorum. Dergide benim köşem "Aktör Kafası." Herkes kafasına göre orda.
Karşımda yazan, oynayan ve bol bol okuyan bir Cem Davran var. Peki başka neler var bilmediğimiz? Şarkılar, şiirler var mı?
Şarkı söylüyorum hatta önümüzdeki günlerde çok yakın bir arkadaşımın programında orkestra ile şarkı söyleyeceğim. Benim genelde popüler tarafımda oyunculuk, sunuculuk var. Sunuculuğu çok seviyorum ve oyunculuktan da çok ayırmıyorum. Benim özel hayatım aslında hiç kimsenin aklına gelmeyecek şeylerle dolu. Mesela çok uzun yıllardır basketbol altyapılarını takip ediyorum. Maçlara gidiyorum. Sporu takip eden, hayatı takip eder. Profesyonel bir spor yazarı kadar sporu takip ederim. Fırsat bulursam bilardo oynarım. İyi bir Galatasaraylıyım, Galatasaray Kongre üyesiyim. Yazarım, çizerim. Aslında kendi içime dönük bir hayatım var.
Ya şiir? Ben sanki yazdığınız bir şeyler var gibi hissediyorum.
Şiir mi istiyorsun benden? Benim şiirlerimi okumasınlar bilmesinler ama Edip Cansever mutlaka okusunlar. Bir acayip yazıyor Edip Cansever. Metin Altıok okusunlar. Cemal Süreya, Orhan Veli... Benim de yazdıklarım var tabii ama okuyunca garip ve komik geliyor bana. 300 tane yazmışımdır. Söyleyeyim de deşifre et beni o zaman.
"Mavi göklerin ötesinde soluk almak belki düşlerim
Uzun sürmese de sırtlamak yaşamayan günlerimi
Tertemiz rencide olmayan ama benden bir şeyler
Özlemler uzakta da olsa benimler
Ve benim gibiler o mavi gökler..."
Bu şiiri 32 sene önce yazmışım, nasıl bir kafa varsa o zamanlar. 19 yaşlarımda âşık olmuşum, büyük hüsrana uğramışım ve o dönem yazdıklarımı da yırtıp atmışım. Nasıl pişmanım şimdi, o yazılanlar atılır mı hiç? Yazdıklarım çok acemice ama kirlenmemiş hiç. Uzun yıllardır zaten şiir yazmıyorum.
Son dönemde ülkemizde yaşananlar tarihe geçiyor, bu olanlar bir oyun olarak yazılsa nasıl bir şey çıkar ortaya? 100 yıl sonra da oynanır mı?
Ben hayatın devamlılığına çok inanıyorum. Bugünleri 30 yıl önce biraz daha aklı başında olan, öngörüsü yüksek olan abilerimiz söylüyordu zaten. Yeniden yazmaya gerek yok. Bugünler aslında 400 yıl önce yazıldı. Biz şimdi 'Bezirgan' diye bir oyun oynuyoruz. Moliere'in 'Tartuffe' unun bir uyarlaması. 1600'lü yıllarda yazılmış bir oyunu bugün aynen oynuyoruz. Bezirgan, din üzerinden insanları kandırmayı ve etkilemeyi anlatıyor. Bu arada, benim gücü elinde tutan iktidardan bir isteğim var, lütfen sanatçıya hoşgörülü yaklaşsın. Sanatçı onu üzecek bir şey söylese bile ona zıt gitmesin. İktidardan tek ricam bu. Siyasilerin, fikirlerini tavırlarını beğenmedikleri sanatçılara kaba davranmalarını anlayamıyorum. Siyasiler bilmeliler ki, sanatçıdan kötü insan çıkmaz. Biri bana demiş ki Kenan Evren de resim yapıyordu, pardon ama Kenan Evren sanatçı mı? Her resim yapan demiyorum ben, ressamdan bahsediyorum. Sanatçılar zaten duygusal insanlar, ruhları karmakarışık... Mesela Fazıl Say, nasıl kötü bir insan olabilir ki? Bayılıyorum ona. Özel bir tanışıklığım yok ama hayranıyım. Yaptığı işe bakıyorum o kadar etkileniyorum ki, 100 yılın Mozart'ı, acayip yetenekli bir adam. Metin Altıok'la ilgili yaptığı bestelere bakıyorum ve diyorum ki bir insan böyle bir şeyi nasıl üretebilir? Hayranlıkla izliyorum.
Türkiye'de her şey pamuk ipliğine bağlı. Yazdığınız, söylediğiniz bir şeyden dolayı bir günde linç edilebilirsiniz.
Hayatınızda bir B planınız var mı? Ya da "artık yoruldum, emekli de oldum, başka şeyler yapayım" diye düşünüp hayaller kuruyor musunuz?
Benim hayalim çok ama bir B planım yok şimdilik. Şanslıyım ki o şansı da kendim yarattım tabii ki, evde hâlâ çorba kaynıyor. Babalar eve ekmek götüren iri yarı adamlardır; çocuklar için ben de hâlâ öyleyim. Türkiye'de, bu toprakta doğdum büyüdüm, burada yaşadım ve her şeyimi burada edindim. Yarın her şey tersine dönse, bir B planım yok. Topa gelişine vuracağız.
***
Kitap tavsiyesi istiyorum sizden…
Bir sürü kitap var ama öncelikle izlemeleri gereken filmleri söyleyeyim: “Yusuf ile Kenan” benim hayatımın filmidir. Ömer Kavur nasıl bir yönetmenmiş görülmesi lazım. Tim Burton’ın Big Fish filmini kesinlikle izlesinler. Kitap olarak özellikle Gabriel Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabını öneririm. Türkiye’de olup biteni daha iyi anlayabilmemizi sağlayacak bir kitap; herkesin, sokaktaki küçücük çocuğun bile o kişinin öldürüleceğini bildiği halde kimsenin cinayete engel olamadığı, aynı Hrant Dink olayı gibi bir hikâye. Marquez okumalarını, “Yüzyıllık Yalnızlık” okumalarını isterim.Bir iki tane Shakespeare okumalarını tavsiye ederim, özellikle Hamlet’i bir okusunlar. İnsan, hırs, iktidar, kelimeleri onları biraz işkillendiriyorsa mutlaka okumalılar.
Kaynak: Birgun.com.tr / Derya Aydoğan