Özcan Alper ile “Sonbahar” filminde de beraber çalışmıştınız... Kendisiyle nasıl bir araya geldiniz?
- Yaklaşık sekiz yıldır birbirimizi tanıyoruz. Bu tanışıklık birçok açıdan bize pozitif olarak döndü. Karşınızdaki insanın gözünden, bir şeylerin olumlu ya da olumsuz gittiğini anlayabiliyorsunuz mesela...
Ben birbirini tamamlayabilen yönetmen ve oyuncu birlikteliklerinin film için de verimli olduğuna inanıyorum.
Sizce bu film neleri eleştiriyor?
-
Filmimiz İkinci Dünya Savaşı yıllarında, çevirmen ve ressam olan Aram’ın siyasi nedenlerle hayatını kurtarmak için İstanbul’dan kaçışını konu alıyor.
Karadeniz’deki Sovyet-Gürcistan sınırında yer alan bir orman köyünde sıkışıp kalan Aram için bu kaçış, çocukluğuna dair kayıp zamanın izlerini aramaya dönüşüyor.
Dönemin siyasi ve kültürel atmosferi içinde aşk, zaman, ölüm, sürgün, yurt, sınırlar, özgürlük ve yüzleşme temalar öne çıkıyor. Kısacası, hatırlamak değiştiriyor her şeyi...
Dönem filmlerinin üstlenmesi gereken sorumluluklar neler sizce?
- Özellikle o dönemin mekânlarını bulmak ya da uygulamak oldukça zor ve pahalı. Bu yüzden İstanbul çekimlerini Gürcistan-Batum’da gerçekleştirdik.
Çünkü Batum’da mimari yapıyı oldukça iyi korumuşlar. Sanat yönetmenimiz Gamze Kuş titizlikle çalıştı ve tüm detayları yaratıcı bir şekilde uyguladı.
Oldukça kısıtlı bir bütçeyle film için büyüleyici bir atmosfer kurdu. Görüntü yönetmenimiz Andreas Sinanos ise büyücü gibiydi.
Çalışma disiplini ve görüntü yönetimine hâkimiyeti olağanüstü.
Işık şefimiz Engin Altıntaş hem dağların fiziki koşullarına hem de çekim planlarının zorluklarına karşı başarılı bir savaş verdi. Bir dönem filminde böyle bir ekiple çalışmak, bizim için büyük şanstı.
Aram karakteri, ciddi bir psikolojik buhranın eşiğine geliyor. Onu daha iyi anlamak için nasıl bir hazırlık yaptınız?
- Özcan’la birlikte, Aram karakteri için yaklaşık dört ay boyunca hazırlık yaptık. Çeşitli okumaların yanı sıra dönemin ruhunu anlamak üzerine belgeseller ve fotoğraflar inceledik.
Her sabah Yoğurtçu Parkı’nda koşuya çıkıyorduk. Sahneler üzerine uzun sohbetler yaptık bu koşularda. Bir de zayıflamam gerekiyordu tabii (gülüyor)...
Murat Daltaban, Ebru Özkan ve ilk defa Meryem karakteriyle tanıştığımız Sofia Khandamirova... Ekip arasındaki etkileşim nasıldı?
- Gerçekten müthiş oyuncular bir araya geldi. Sofya ile Moskova’daki deneme çekimlerinde tanıştık. Bir iki çekimin ardından onunla çalışmaya karar verildi.
Daha sonra Murat Daltaban, Ebru Özkan, Menderes Samancılar, Tuba Büyüküstün ve Mustafa Uğurlu bu değerli kadroyu tamamladı.
Bu kadar işini seven ve uyumlu olan bir ekiple çalışma fırsatı her zaman karşınıza çıkmaz. Biz eğlendik ve işimizi yaptık. Bakalım bu durum perdeye nasıl yansıyacak...
Bu film bize görüntü yönetmenliğinin önemini bir kez daha gösteriyor...
- Görüntü yönetmenimiz Andreas Sinanos... “Master” diye hitap ediyorum ben ona. Theodoros Angelopoulos ile sinema tarihinin klasiklerine imza atmış bir usta.
Aynı seti paylaşmak çok zevkli ve öğreticiydi. Onun işine olan tutkusu, azmi ve sabrı sanıyorum hiçbirimizde yoktur.
“Orman” (The Jungle) adını verdiğiniz bir kısa filminiz var ve yurtdışındaki festivallerde oldukça ilgi gördü. Yönetmenlik yapmaya ne zaman karar verdiniz? Yakın zamanda gerçekleştirmek istediğiniz uzun metrajlı bir film projeniz var mı?
- Doğu Akal ve Hakan Günday’la birlikte geçen şubatta yazdığımız bir kısa film... Birçok festivale katıldı, halen katılmaya devam ediyor.
New York, Los Angeles, San Francisco, Toronto, Barselona, Milano, Jaipur, Dungog, Adana, Aix en Provence, Venedik, Adana, İstanbul ve Antalya’da festivallere davet edildi.
Üretimin bir parçası olmayı seviyorum ve her alanda üretimde bulunmak istiyorum. İlk denemenin ardından şimdi bir uzun metraj film üzerinde çalışıyoruz.
Yaklaşık 10 aydır senaryosu üzerinde kafa patlatıyoruz diyebilirim. Yine aynı ekip var. Hakan Günday ve Doğu Akal’la birlikte sürdürülebilir bir yapı oluşturmayı ve o çatı altında denemeler yapmayı istiyoruz.