Türkiye ekonomisini değerlendiren Prof. Dr. Korkmaz, “Keşke kriz olsaydı. Krizden daha ağır bir durum yaşıyoruz” dedi.
Bir yanda siyasi belirsizlik, bir yanda doların hızla yükselmesi ekonomide tedirginlik yaratmaya başladı. Şirketler 2016 hedeflerini ‘kurşun kalemle’ yaparken, uzmanlar da gelecek yıla dair herhangi bir öngörüde bulunmanın şuan ki koşullarda imkansız olduğunu söylüyor.
İnsanlar artık “kriz çıkar mı” sorusunu “kriz ne zaman patlar”a çevirmiş durumda. Ancak Prof. Dr. Esfender Korkmaz’a göre krizden daha ağır bir durum yaşıyoruz.
İstanbul Üniversitesi Eski Dekanı, CHP 23. Dönem İstanbul milletvekili Yeni Çağ Gazetesi Köşe Yazarı ünlü ekonomist Korkmaz, aynı zamanda ciddi bir uyarıda yapıyor:
“Keşke kriz olsaydı bir yıl sonra saman köpüğü gibi gelip geçerdi. Ama uzun dönemli durgunluk, işsizliğin artması, açığın artması, borcun artması, bunlar gelecek nesillerin refahını bugünden yok etmek demektir.” Korkmaz sorularını yanıtladı…
Makro ekonomik verilere baktığınızda Türkiye ekonomisini nasıl görüyorsunuz?
Olaya iki açıdan bakmak lazım. Bir siyasi bir de ekonomik açıdan. Aslında siyaset ekonomiyi etkiliyor. Ekonomi de siyaseti etkiliyor. Ama bugün görünen ekonomi tamamen siyasetin etkisi altında. Yani siyaset ekonomiyi de kilitlemiş.
Makro göstergelere bakacak olursak, Türkiye 2012 yılından beri durgunluk yaşıyor. Yüzde 2-3 büyüme Türkiye açısından ekonomideki canlanmayı sağlayacak, işsizliği çözecek bir büyüme değil. Bu büyüme, dış borçlarını ödeyecek, gelir yaratacak bir kapasiteyi de sağlayamaz. Onun için Türkiye bir durgunluk yaşıyor. Durgunluk krizlerden daha ağır bir ekonomik sorundur.
2001 ve 2009 yılında Türkiye finansal kriz yaşadı ama ertesi yıl daha büyük oranda büyüdü. Yani 2001’de 6.1 2009’da da 4.8 oranında küçüldü. Ancak ertesi yıllar hemen yüksek büyüme yaşadı. Sözgelimi 2010 yılında yüzde 9-10 büyüme yaşadı. Bu demektir ki finansal krizler geçici. Ama bugün Türkiye, 2012’den beri durgunluk yaşıyor. Bu kalıcı, çünkü 2016 yılında da durgunluk yaşayacağı çok açık. Uzun dönemli durgunluk Türkiye’nin istihdam ve gelir dağılımı dengesini oldukça bozuyor. Ayrıca bir takım sosyal sorunlara yol açıyor.
“İŞSİZLİKTEN DAHA ÖNEMLİ SOSYAL SORUNLAR DA VAR”
Bu arada işsizlik önemli bir sorun olarak duruyor…
Haziran verilerine göre Türkiye’de işsizlik yüzde 9 oranında artmış. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı ise yüzde 10.5 dolayında. TÜİK’in açıkladığı işsiz sayısı 2 milyon 280 bin. Oysa bir de iş aramayan ama iş bulsa işe başlayacak olanlar var. Bunlar da 2 milyon 416 bin.
Şimdi TÜİK 2 milyon 280 bini işsiz sayıyor, iş aramadığı için 2 milyon 416 bin kişiyi işsiz saymıyor. Oysa ki bunlar da işsiz. Çünkü bunlar zaman içinde iş aramaktan bıkmış, umudunu kesmiş insanlar. Ayrıca eşi dostu vasıtasıyla iş arayan ya da uzun zamandır iş arayanlar da var. Dolayısıyla bunları da işsizlere katmak lazım. Bu takdirde Türkiye’de toplam işsiz sayısı 5 milyon 296 bin oluyor. Fiili işsizlik oranı yüzde 16.30 oluyor.
Şimdi buradaki işsizlikte daha ağır, daha sosyal sorun var; Terörün beslenmesine, sosyal anarşiye neden olabilecek gençlerde işsizlik oranının yüksek olması. Bunu da TÜİK 17.7 olarak açıkladı. Ama gençlerdeki fiili işsizlik oranı yüzde 30.09.
Bu şartlar altında gençlerden üç kişiden biri işsiz ve bu da önemli ölçüde Türkiye’de moral bozan ve sosyal yapıyı olumsuz etkileyen bir faktör. Gençler için hesapladığımız 30.09 fiili işsizlik oranını OECD de destekliyor. OECD 2015 raporda Türkiye’de işsiz ve atıl genç oranı yüzde 31.3’tür diyor.
Bu şartlar altında işsizlik, Türkiye’de önemli ölçüde çözülmesi gereken ve dikkate alınması gereken bir konu.
Bir doların hızla artması diğer yandan cari açıktaki büyümenin sürmesi. Sizce bu çok tehlikeli değil mi?
Açıklar Türkiye’nin öteden beri sorunudur. Açıkları ikiye ayırıyoruz. İç ve dış açık. İç açık, bütçe, kamu açığı. AKP iktidarı döneminde önemli ölçüde çözülmüştür. Ama çözüm tartışılabilir. Bir taraftan bir işi çözerken, başka taraftan daha büyük maliyetler yaratıldı mı ona bakmak lazım. O bir tartışma konusu.
Ama dış açık maalesef çözülmediği gibi halen devam etmektedir. Cari açık bir ülkenin kan kaybetmesi demektir. Yani ekonomik ilişkilerden kaynak kaybetmesi demektir.
Türkiye AKP iktidarı döneminde 460 milyar dolar cari açık vermiştir. Bugün bu cari açık da 45-50 milyar dolayında hala devam etmektedir. Cari açığın bu kadar yüksek ve sürdürülemez olması elbette ki dış borç maliyetini ortaya çıkardı. Türkiye’nin 2002’de 126 milyar dolar olan dış borcu bugün 420 milyar dolara ulaşmıştır. Döviz kurlarının arttığı bir dönemde Türkiye açısından, ekonomi açısından önemli bir risk oluşturmuştur.
Tabi cari açığın devam etmesi, Türkiye’nin yatırım pozisyonunda da açık olmasına yol açtı. O da 400 milyar dolar civarındadır. Bugün Türkiye’nin 100 milyar dolar civarında Merkez Bankası’nın döviz rezervi var. Bu rezervler hiç bir şekilde kısa vadeli dış borçların karşılanmasına, bu yatırım pozisyonu açığının getirdiği riskleri karşılamaya yetmiyor.
Kaldı ki Merkez Bankası’nın 100 milyar doları kendi rezervi değil. Önemli bir kısmı, yüzde 60’ı bankaların munzam karşılıkları. Onun için Türkiye’de cari açık sürdürülemez. Sürdürülemediği gibi bugün önemli bir risk olarak özellikle kurların artış durumunda risk olarak karşımızda duruyor.
“KAOS DÖNEMİ YAŞIYORUZ”
Gelir dağılımına baktığınızda neler görüyorsunuz?
Ekonominin üretim, istihdam ve gelir dağılımı olarak üç ayağı var. Gelir dağılımına gelince… Türkiye’de gelir dağılımının bozulması servet dağılımına da yansıyor. Yani gelir dağılımı çok hızlı bozulduğu için Türkiye’de servet dağılımı da bozuldu. Onun için bir örnek vereyim.
Credit Suisse Küresel Servet Raporu Ekim 2014 verisine göre, 2002’de nüfusun yüzde 1’i toplam servetin yüzde 39.4’e sahipmiş. Yüzde 99’u da servetin yüzde 60.6’sına sahipmiş. 2014 yılında bu yüzde 39.4’e sahip olan servetin yüzde 1’lik kesim, bu kez servetin yüzde 54.3’üne sahip olmuş, ama yüzde 99’luk nüfusta yüzde 45.7’sine sahip. Yani Türkiye’de nüfusun yüzde 1’inin serveti yüzde 99’un servetinden daha fazla. Bu tabi gelir dağılımının hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Netice olarak makro göstergeler ekonominin bir kaos içinde gösteriyor. Yani ekonomik istikrarsızlıktan daha ağır bir kaos içinde bir depresyon yaşıyoruz ekonomide.
Bu arada dolar kuru 3 lirayı geçti. Sizce dolar kuru ne kadar yükselir?
Şimdi döviz kurlarındaki artış ekonomik verilerin dışında iç ve dış ekonomik verilerin dışında tamamıyla siyasi kaosa siyasetteki belirsizliğe bağlı olarak artmaya başladı.
Bugün itibariyle dolar kuru yüzde 11-12 daha değerlidir Türk Lirası’na göre. Bu aslında çok yüksek değer değil. Zamanında Türk Lirası da döviz karşısında yüzde 26-28’e kadar değerlenmişti. Bunlar tabi öncelikle dalgalı kur sisteminin getirdiği sonuçlardır. Dalgalı kur sistemi demek ki Türkiye’ye uygun bir sistem değil. Türkiye’de kontrollü kur sistemi olması lazımdı. Siyasi kaos devam ettiği sürece dövizin nereye gideceğini de bilmek çok zor. Dolar kurunun nereye gideceğini bilmemiz çok zor.
Kuru etkileyen ekonomik faktörlere baktığımızda, bunların başında yabancı sermaye girişindeki azalmayı görüyoruz. Bırakın doğrudan yabancı yatırım sermayesini, sıcak para girişi de azaldı, tersine para çıkışı var.
Ayrıca Türkiye’de yerleşikler de bugünkü siyasi ortamda ve kaos ortamda dışarıya para transfer ediyor. Yani kimse Türkiye’de parasını tutmak istemiyor. Bunlar tabi önemli ölçüde döviz ihtiyacı yaratıyor. Döviz artık bir kurtulma aracı yani bir sigorta, güvenlik aracı olarak Türkiye’de devreye girmiştir.
Kurun artmasında bir başka faktör, çok tartışılan Fed’in faiz artırımı. Ben onu o kadar önemli görmüyorum. Çünkü iki senedir Fed’in faiz artırımı zaten spekülatif bir manipülasyon olarak kullanıldı.
Bu yüzden spekülatif piyasa yaratıldı. Bundan sonra Fed’in 0.25-0.50 puanını artırmasının kurları çok fazla düşünmüyorum. Kaldı ki doların dünyada artması Amerika’nın çok aleyhine. ABD’nin dış rekabet gücünü düşürüyor, ihracatını riske sokuyor. İthalatını artırıyor. Onun için Amerika’nın doların dünyada daha fazla artmasını önlemek için bir takım önlemler alabileceğini düşünüyorum.
“İFLASLARLA KRİZ DERİNLEŞİR”
Peki döviz kurlarının bu kadar yükselmesinin vatandaşa etkisi ne olacak?
Tabi kur artışının en önemli etkisi özel sektörün, bankaların dış borçların Türk Lirası karşılığı maliyetinin artması. Özellikle bir yıldan kısa vadeli borçlarda bu çok etkili olacak.
Aslında tabi dış borçlarda özel sektörün veya bankaların sıkıntıya girmesi, dış borç ödeme zorluğuna girmesi Türkiye’nin tümünü etkiler. Çünkü dış borçlar aynı zamanda dövize ihtiyaç gösteriyor. Döviz talebi artınca kurlarda artıyor. Onun için kur artışının devam etmesi de söz konusu olabilir. Dış borçlarda özel sektörün sıkıntıya girmesi bir takım iflaslara da neden olabilir. Tabi iflaslar da bugünkü krizi derinleştirir.
Bugün krizden daha ağır bir depresyon yaşıyoruz. Daha ağır bir ekonomik sorun yaşıyoruz. Ve bir takım iflaslara bu neden olabilir.
Kur artışının ihracata etkisi ne olur?
Kurun artması demek, aslında Türkiye’nin rekabet gücünün artması demektir. Yani Türkiye’nin ihracatının artmasına yol açması gerekiyor. Ama görüyoruz ki artmıyor. Bunun iki tane temel sebebi var. Birincisi bizim ihracatımızın yüzde 80’i ithalat. Kur artınca ithalat pahalılaşıyor. Yani o zaman bir önemi kalmıyor kur artışının. Yüzde 20 oranında bir rekabet gücü yaratıyor. İkinci faktör kur artışının getireceği fiyat artışı.
ZAMLAR KAPIDA
Fiyat artışı nasıl olur?
Türkiye’de üretimde yüzde 50 ile yüzde 70 arası ara malı ve hammadde kullanıyor. Kur artarsa bunların da fiyatları artıyor. Üretim maliyetleri artıyor.
Yani ara malı ve hammadde ithal ettiği için üretimde özel sektör kur artışını fiyatlarına yansıtıyor. Üstelik de şöyle oluyor: Yani depodaki diğer malları stoktaki diğer malları da pahalı satmaya başlıyor. Ayrıca da tabi ithalatta önemli ölçüde tüketim malı var.
Onların da fiyatı artıyor. Belki fiyatı arttığı için tüketim kısılabilir. Ama genel anlamda bu fiyatları artıyor. Bir de ihracatın artmamasının bir de siyasi nedeni var. Türkiye artık bütün dünyayla kavgalı. Ortadoğu’yla ticaret yapamıyor. Rusya’daki kriz var ve bu yüzden Türkiye’den olan ihracat talebini düşürdü. Türkiye’nin dış siyasi ilişkileri ekonomik ilişkililerine de yansıdı.
Öte yandan tabi enerjiyi de ithal ediyoruz. Petrol fiyatlarının düşmesine rağmen dolar arttığı için enerji daha pahalıya geliyor ve bu da her sektöre yansıyor. Akaryakıta, elektriğe, doğalgaza yansıyor. Ve bunlar da vatandaşa ister istemez yansıyacak. Yani kur artışı bir yerde hem reel sektöre yansıyor, hem finansal sektöre yansıyor, hem de vatandaşa önemli ölçüde fiyat olarak yansıyor.
“SEÇİMLER ERTELENMELİ”
Çözüm önerileriniz var neler peki?
Burada yapılması gereken 1 Kasım seçimlerinin ertelenmesidir.
Bu nasıl olabilir?
Bu meclis toplanır dört sene sonrası için karar verir ve dolayısıyla erken seçim gündemden kalkabilir. Meclis’in böyle bir karar alma hakkı var. Cumhurbaşkanı da bunu onaylarsa, 4 yıl sonraya ertelenebilir. 4 yıl için de Türkiye’nin siyasi partilerin AKP, CHP ve MHP’nin bir koalisyon kurması lazım. Bir istikrar hükümeti kurması lazım.
Yani bu hem terörle mücadelede hem erken seçimin getirdiği riskleri ortadan kaldıracaktır ve bir siyasi istikrar olursa, kurlar önemli ölçüde frenlenebilir.
Tabi ayrıca terör sorunu var. Siyasi bir koalisyon olursa terör daha kolay önlenir. Ayrıca terörle mücadele için Meclis’in sıkıyönetim kararı alması lazım. Böyle olursa vatandaş sermaye sahibi daha çok güven duyar ve bu panikten kurtulur.
Ayrıca MB’nin faizleri artırması lazım. Faiz konusunda hem Merkez Bankası kararsız çünkü Cumhurbaşkanı ve ekonomi yönetimi baskı yapıyor. Diğer yandan Merkez Bankası faizi artırmazsa da piyasa faizi artıyor.
Onun için Merkez Bankası’nın dik durup faiz oranlarını artırması lazım ki dolara kayış engellensin. Bunların kısa dönemde yapılması lazım. Orta ve uzun dönemde kur politikasını değiştirmek lazım.
Dalgalı kur sistemi yerine kontrollü kur sistemine geçmek lazım. Bunun için de iki yıllık bir ara rejim koymak lazım. Bunları yaparsak tabi ekonomi yönetilebilir. Ama her şeyden önce niyet lazım. Ayrıca bütün bunları bir plan program içinde yapmak lazım. Plan yoksa kaos vardır.
Peki şu anki ekonomik durumu nasıl tanımlarsınız?
Siyasi kaos var. Ekonomik depresyon var. Türkiye siyasette de ekonomide de krizin daha ağır versiyonunu yaşıyor. Keşke kriz olsaydı bir yıl sonra saman köpüğü gibi gelip geçerdi ama uzun dönemli durgunluk, işsizliğin artması, açığın artması, borcun artması, bunlar gelecek nesillerin refahını bugünden yok etmek demektir.
Kaynak: Yurdagül Uygun | Sözcü