Levent Gültekin Nokta Dergisi'nden Fatih Vural'a verdiği röportajda Erbakan ve Erdoğan hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte röprotajın ilgili kısmı...
İslam’ı yorumlamanın pragmatik bir kullanımı söz konusu yani…
Bu yeni değil ama! Şimdi fark ediyorum! İslamcılığın özü bu zaten. Erbakan’ın off-shore hesaplarında 35 milyon doları batırdığı çıktı ortaya, kimse bir şey demedi.
“Faiz, haramdır” dediği halde…
Üstelik Bosna için topladığın paraları Kentbank’ın off-shore hesabına yatırıyorsun! Buna hiç kimse itiraz etmedi. İslamcı aydınlar içinde Erbakan’ın bu yönünü eleştiren tek yazı yazan yoktur! Üstelik bunca faiz karşıtlığına rağmen… Biraz da kol kırılır yen içinde kalır anlayışı hâkimdi.
Refah Partili belediyelerde, belediye başkanlarının ihalelerden komisyon aldığını bilmeyen yoktu. Hepimiz biliyorduk. Hatta kimden, kaç lira aldığını dahi bilirdik. Ama şöyle diyorduk: “Dava için alıyor.”
PARALAR ÖNCE DAVAYA, SONRA BANA!
Sahiden de dava için mi alıyorlardı?
Tabii ki hayır! Mantalite şöyle… Önce, dava için almaya başlıyorlar. Bir müddet sonra “E ben de bu davanın bir parçasıyım. Bu davaya hayatımı adadım. Ben alsam ne fark eder?” demeye başlıyorlar. Daha sonra da şöyle bir düşünce uydurdular: “Müslüman en iyi arabaya biner. En lüks şartlarda yaşar. Müslümana en iyisi yakışır.” O iyi yaşama kendilerini layık görünce, çizgi kayboldu.
“Bir lokma, bir hırka” inancı, para geldikçe çöküverdi…
Böyle olunca da İslamcılık, bir yolsuzluk hareketine dönüşüverdi!
ERDOĞAN’IN DÖNÜM NOKTASI: ONE MİNUTE
Sizin ifadenizle Erdoğanistler, bu çatışmayı, ayrışmayı perdelemeye devam mı ediyor?
Evet.
Erdoğanistler ne zaman ortaya çıktı?
Ortaya çıkışları, Erdoğan’ın ustalık dönemine denk geliyor. Erdoğan 2011 seçimini de kazanınca “Artık güç bende” demeye başladı.
Ne yapacaklarsa açıktan yapmaya karar verdiler. Orada ayrışma ortaya çıktı. Bir kısmı “Yahu sen ne yapıyorsun?” dedi. Erdoğan’ın Vakit gazetesi çizgisine kayan çizgisini, Türkiye’nin kaldıramayacağını yazdım, 2011’de. Bugün geldiği nokta da odur.
"EMİNE ERDOĞAN ÇOK AĞLADI"
Dönüm noktasının, Davos’taki One Minute olayı olduğunu düşünüyorum. Erdoğan, o ana kadar nispeten daha derli topluydu. İsrail’le köprüleri atınca çok büyük bir panik yaşadı. Emine Erdoğan’ın o gün çok ağladığını söylerler, “Bizi mahvedecekler” diye.
Çünkü İslamcılar için İsrail, korkulacak bir ülke. Orada savrulma yaşadıktan sonra “Onlarla baş edebilmemin tek yolu, içerideki safları sıklaştırmak” diye düşünüp hamasi bir tona dönüverdi. Şöyle düşündü: “Toplumun yüzde 70’i Sünni. Ne kadar Sünni İslamcı bir refleksle hareket edersem blok da o kadar büyür.”
O ayrışma sırasında da Tayyipçiler ve Erdoğanistler netleşmeye başladı. Erdoğanistler kötüye gidişi görmeye başladı. Ta o zaman konuştuğum Erdoğanistler “Bu adam ülkeyi yakacak” diyorlardı. Neden açıktan söylemediklerini sorduğumda “Nasıl söyleyelim?” diyorlardı.
Tayyipçilerin ise bütün bunlardan haberi yoktu. Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde kıt kanaat evini geçindirmeye çalışan insanlar, onlar. Erdoğanistler ise bir makam aldıklarında hayatları boyunca görmedikleri saygıyı gördükleri için karşılığında her şeyi görmezden gelip topluma yalan söylemeye başladılar.
Tayyipçiler, televizyonu açtıklarında karşılarına Erdoğanistler çıkıyor ve diyorlar ki “Bütün dünya Erdoğan’ı devirmek için işbirliği yapıyor. Dindar olduğu için onu istemiyorlar. Ona sahip çıkmalıyız.” Edirne’deki Mustafa Amca da o sahip çıkmayı kendine vazife görüyor.
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...