İstanbul Barosu TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın laiklik ile ilgili yaptığı açıklama sonrasında yazılı bir açıklama yayınladı.
Baro tarafından yapılan yazılı açıklamada Meclis Başkanlığı'nın artık boş olduğu belirtilerek şunlara değinildi: "Laikliğin getirmeyi düşündükleri 'yeni' ve 'dindar' Anayasada olmaması gerektiği yönünde 'fetva' veren TBMM 'eski' Başkanının, temsil ettiği makamın ayırtına varamadığı ve işgal etmekte olduğu Atatürk’ün koltuğunun ağırlığını kaldıramadığı görülmektedir. Çocuk istismarlarına, yolsuzluklara, terör örgütü ile pazarlıklara ve şehitlere söyleyeceği bir sözü olmayanların, laiklikle ilgili yaklaşımı, Cumhuriyet ve hukuk devleti alerjisinin dışsal reaksiyon ve döküntüleridir. Kendisine hatırlatmak gerekir ki başkanlığını yaptığı bu meclis, Milli Mücadeleyi yapmış, hükümet etmiş, devrim kanunlarını çıkarmış, modern ve laik bir devlet kurmuş, Medeni Kanunu kabul etmiş Gazi bir meclistir.
Eski Başkan bilmelidir ki TBMM Başkanlığı, MTTB yöneticiliğinden ve 'cemaat' önderliğinden çok farklıdır...
'Eski' Meclis Başkanı bu sözleriyle malumu ilan etmiş, 'Darbe Anayasası ile hesaplaşma' ve 'Daha demokratik bir Türkiye' yalanlarının arka planını ortaya koymuştur. Talep edilen yeni Anayasanın Cumhuriyetle, laik, demokratik hukuk devletiyle, Atatürk Türkiye'siyle bir hesaplaşma ve ülkeyi bölüp parçalama projesi olduğunu da açık bir biçimde ilan etmiş, takke düşmüş kel görünmüştür.
Dini, siyasi ve ticari çıkarların basamağı, talan, yalan ve yolsuzlukların örtüsü ve kalkanı kılanların dinle bir ilgisi olmadığı gibi, dindarlıkla da bir ilişkisi bulunmamaktadır. Söz konusu olan dindarlık değil, Cumhuriyete, Atatürk'e, çağdaş değerlere, hukuk devletine, Türk Milleti’ne kindarlıktan ibarettir. Devlet yönetmeyi kabile yönetmek zanneden, Türkiye'yi ziyarete gelen Suudi Kralı’nın ayağına giderek dizinin dibinde oturmayı dindarlık zannedenlerin bu yaklaşımı hiç şaşırtıcı değildir. Anlaşılan odur ki kendileri için demokrasi tramvayından inmenin ve egemenliği milleten alıp belirli bir kişiye bağlamanın zamanı gelmiştir.
Meclis 'eski' başkanına, ettiği yemini hatırlatmayı artık gereksiz ve anlamsız görmekteyiz. Kendisi şeklen de derhal istifa etmelidir!
Anayasalar arasında 'Dindar' olan/olmayan şeklinde bir ayrım bulunmamaktadır. Bir anayasada önemli olan, çağdaş bir devlet yapılanmasını ifade edecek şekilde insan haklarına dayalı hukuk devleti kurallarını içerip içermediğidir. Dindarlık insanlara özgüdür. Hukuk devletinin temellerinden birisi olan laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olduğu gibi, dinin, dince kutsal olan varlık ve kavramların ticarete ve siyasete alet edilmesini de önlemektedir. Bu anlamda din tüccarları ve simsarlarının laikliğe düşman olması doğaldır. Eski Meclis Başkanı bilmelidir ki asıl kendilerini dinden 'arındıran' lar, onu istismar edip siyasi çıkarları için kullananlardır. Laikliğe olan düşmanlıklarının bir nedeni de laikliğin, dinin istismarına engel olmasıdır. Bu zihniyet, millete, milli değerlere, millet egemenliğine de düşmandır.
Devlet ve meclis, bir siyasi partinin 'oyuncağı' olmadığı gibi, hiç bir siyasi parti bir ülkenin rejimini değiştiremez. Tüm bu yaşananlar, Anayasalardaki değiştirilemez hükümlerin ne kadar gerekli ve isabetli olduğunu da bir kez daha göstermektedir.
Demokrasi tramvayından inildikten sonra girilen bu yol iyi bir yol değildir. Sonu karanlık ve hüsrandır. Nehirler tersine akıtılamaz ve Türkiye 94 yıl öncesine döndürülemez.
Köklü bir devlet geleneğine sahip olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti, 31 Mart’ın manevi mirasçılığına soyunan kindar ve karanlık zihniyete asla teslim olmayacaktır. Atatürk ilkelerine dayalı laik demokratik, üniter hukuk devletini kindar heveskarlar başta olmak üzere hiç kimsenin ortadan kaldıramayacağı bilinmelidir. Mevcut anayasayı ilga ederek, ilk üç maddede ifadesini bulan Cumhuriyetin niteliklerini ve laikliği ortadan kaldıracak ‘yeni’ bir anayasanın yapılamayacağını, bunun TCK 309. maddesinde düzenlenen ağır bir suç olduğunu herkes bilmeli, eylem ve söylemlerinin sonuçlarını iyi hesap etmelidir."