“Babam ve Oğlum” o kadar beğenildi ki, yazar-yönetmen Çağan Irmak sonraki filmlerinde zaman zaman tökezlese bile hep yardımına koşan o oldu.
Hatta “Çağan Irmak çektiyse gidilir” diye bir motto’nun oluştuğundan bile söz edebiliriz. Irmak’ın gülmek ve ağlamak gibi zıt görünen iki duyguyu, bırakın aynı filmi aynı sahnede bile seyirciye yaşatabilecek yeteneği olduğunu biliyoruz.
Bu kez “hayatının yarısını başkaları için yaşamış ve artık kendisi için bir şeyler yapmak isteyen” orta yaşı geçkin bir kadını anlatıyor. İsmi Nadide. Bir gerçeklik olarak, evlendikten sonra üniversiteyi bırakmış, ev kadını olmuş, kocası ölene ve çocukları kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar, üzerine yaftalanmış bu toplumsal role sadık kalmış biri. “Artık yeter” diyor.
Önce yarım bıraktığı okuluna dönüyor. Burada başlarda mizah konusu oluyor. Sonra aşkla tanışıyor. Aşk da onu mizahın konusu haline getirmeye çalışıyor. Ama savaşıyor Nadide. Mavi yolculuk diyebileceğimiz bir tekne turunda, hayati ve kişisel bir sorgulamadan geçiyor.
O tekneden, mutlu inmek istiyor. Başrollerde Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler var. Kadroda hemen herkes çok yetenekli. Tek endişemiz, Akbağ’ın tiyatral yeteneklerinin zaman zaman sinemada biraz fazla öne çıkması. Eğer bu durum tekrarlanırsa o tekne su alabliir.
ANNEMİ RAHAT BIRAK!
“LOLO”
“Before Sunrise” ile başlayan üçlemeden yadigar Julie Delpy başrolde. Dahası kendisi filmin senaristlerinden biri, aynı zamanda yönetmeni. “Before..” üçlemesinden sonra kendi yolunu çizen Delpy’nin kariyerinde, oyunculuğun yanında yazar-yönetmen olarak imzasını attığı “Paris’te İki Gün”, “New York’ta İki Gün” ve “Skylab” gibi başarılı sayabileceğimiz işler mevcut.
Fransız sinemacı yeni filminde orta yaşı geçkin insanların ilişkilerine odaklanmış. Ama hikayenin odağında ergen genç Lolo var. Lolo, annesine çok bağlı ve kimseyle paylaşmaya hazır değil. Ama Xavier Dolan’vari hastalıklı hatta şiddete meyilli bir bağlılık değil bu.
Lolo sadece annesinin yeni sevgilisine bir türlü ısınamıyor, onu türlü durumlara sokup annesinin gözünden düşürmeyi amaçlıyor. Delpy anne rolünde. Lolo’da Vincent Lacoste hayli başarılı. İstenmeyen sevgili olarak ise Danny Boon üzerine düşeni yapıyor. Star Wars’ın salonlara ambargo koyduğu bir haftada daha sakin bir şeyler izlemek isteyenler için hoş bir seçenek.
BİR DİLEĞİM VAR
“MA MA”
Aslında hikaye güzel. Anlatalım: İlkokul öğretmeni Magda, bir süre önce yendiğini sandığı meme kanserinin nüksettiğini öğrenir. Doktorlar 6 ay ömür biçer. Bir sorun daha vardır. Hamiledir. En azından bebeği içinde büyürken ölmemeyi diler. Hatta zaman geçtikçe iyileşmeyi.
Bunun için çevresinde güçlü, pozitif insanlar görmek ister. Onların morali bozulduğunda bizzat moral vermeye çalışır. Onlar iyi olsunlar ki iyileşmesine yardımcı olsunlar. Ama kolay değildir. Magda’nın çevresindekilere gelince. 10 yaşında futbol sevdalısı bir oğul, şarkı söylemekte beceriksiz bir jinekolog ve hayatına aniden giriveren aşk.
Sıcacık, hatta yılın en etkileyici dramalarından biri olabilecekken senaryodaki sıradanlık, ana hikayenin klişelere boğulması gibi etkenler filmi vasatlaştırmış. Başrolde Penelope Cruz yer alıyor. Filmin yazar-yönetmeni Julio Medem’i ise gayet başarılı “Sex and Lucia”dan tanıyoruz.
Dediğimiz gibi hikaye güzel, film de asla kötü değil, ama o vurucu anların yokluğuna, pozisyona girip gol atamamalara hayıflanabilirsiniz.
GELECEĞİ GÖRMEK LANETTİR
“KAHİN’İN KIZI”
Danimarka sinemasından gelen “Kahin’in Kızı”, doğaüstü güçlere sahip bir ailenin kızı olan Dina’nın başına gelenleri anlatıyor.
Dina insanlara baktığında onların ruhunu görür. İçindeki kötülüğü veya iyiliği. Yaşadıkları krallığa ise kaos hakimdir. Annesi kurban seçilir. Dina gerçekleri ortaya çıkararak annesini kurtarmaya çalışır. Fantastik öğelerle bezeli bir roman uyarlaması olan filmin yönetmeni Kenneth Kainz. Bu tür filmlere ilgi duyanlar, beklediklerini bulabilirler.
SOĞUK BİR NOEL AKŞAMIYDI
“MUTLU YILLAR”
Malum, yılbaşı yaklaşıyor. Bu, sinemalarımızda daha fazla noel filmi göreceğimiz anlamına geliyor. İşte onlardan biri: “Mutlu Yıllar”. Oyuncu kadrosunda heyecan verici isimler var:
John Goodman, Diane Keaton, Amanda Seyfried, Alan Arkin, Marisa Tomei ve Olivia Wilde gibi. Ama iyi oyuncuları sahaya dizmek yetmiyor, hikayesi olan bir de senaryo gerekiyor ki o bu filmde pek mevcut değil. Cooper ailesinin dört kuşaktan üyelerinin biraraya geleceği geleneksel yılbaşı yemeği öncesinde başlıyor hikaye. Ailenin genç üyelerinin farklı dilekleri var.
Örneğin biri, noel yemeğine yalnız gitmemek için bir günlüğüne de olsa sevgili bulmaya çalışıyor. Bir diğeri ise en iyi hediyenin peşinde. Film noel havasını yansıtıyor yansıtmasına ama bu oyuncu kadrosundan çok daha fazlasını bekliyor insan.
Hele ki yönetmen Jessie Nelson geçmişte Sean Penn’li “I Am Sam”i çekmiş, Bruce Willis ve Michelle Pfeiffer’li gayet hoş “The Story Of Us”u yazmış bir isim olunca. Yüksek beklentileri karşılayamasa da “Mutlu Yıllar” ailecek izlenecek hoş bir Noel filmi. Tek sorun filmdeki herkes gereğinden fazla mutlu ve mutlu insanların pek hikayesi yoktur.
Sevilen animasyon serisinin dördüncü filminde ana hikayeyi kurtadam’dan korkan boz ayı Boog oluşturuyor. Arkadaşları gayet evcil yetiştirilen Boog’u ikna edip ormanda yapacakları kampa gelmesini ister. Ama içgüdülerine güvenir Boog. Vahşi doğa, bir boz ayının doğasında vardır belki ama içgüdüler de öyle. David Feiss’in yönettiği film, sorunsuz görünüyor. Sadece; hitap ettiği küçük çocukların elinden tutup sinema salonunda uyumamayı başaracak ebeveynler aranıyor.
HAFTANIN GERGİNİ
“GASSAL”
Gelelim, haftanın tek gerilim filmine. Gassal Abbas, ücra bir köyde ölü yıkayıcıdır. Evinin en alt katını gasilhane olarak kullanmaktadır. Zaman zaman köyden geçen uzun yol şoförlerinin uğrak yeri olur evi. Gelen, bir gece orada kalır. Köye Akay gelir sonra. Genç kız da o evde kalmak zorunda kalır ama ayrılamaz. Gassal’ın karanlık yüzünü keşfetmesi gerekecektir.
Filmin yazar-yönetmeni Alper Kıvılcım. Başrollerde ise Ayhan Eroğlu, Nilay Olcay, Hatice Yıldız ve Mustafa Çelik var. Bir ölü yıkayıcının psikolojini merak edenlere.