Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar bugünkü yazısında Fransa'da yaşanan katliamdan bahsetti.
İşte o yazı:
"(Lütfen söyleyin, neler oluyor?)
Le Monde muhabiri Daniel Psenny, oturduğu apartmanın penceresinden çekmiş Bataclan katliamının görüntülerini...
Hayata açılan daracık kapıdan çığlık çığlığa çıkan rehineler... Pencerede asılı bir kadın... Yerde can çekişenler... Kanlar içinde sürüklenen yaralılar...
Yaşanan kâbusun kanıtı adeta...
Dehşeti kaydeden videoda, can havliyle kaçışan insanlara bağıran Psenny’nin sesi duyuluyor:
“S’il-vous-plaît, qu’est-ce qui se passe?”
“Neler oluyor, lütfen söyleyin?”
Bu “rica”daki “lütfen” vurgusu, Fransızların ölüm karşısında bile nezaketi elden bırakmayan tarzının göstergesi...
Binanın içindeki vahşetle dışarıdaki nezaketi kıyasladığınızda savaşın, insanlıkla barbarlık arasında olduğunu düşünebilirsiniz.
Nitekim katliam yerlerine baktığımızda da, Paris renkli hayatının gözde mekânlarını görüyoruz hep:
Restoranlar, stadyumlar, konser salonları...
Adeta bir yaşam biçimi cezalandırılıyor.
Son dönem moda olan duvar yazısında “Hayaller Paris, hayatlar Silvan” diyordu ya...
Şimdi Paris’te de hayatlar Silvan...
Geçerli tek hayal kaldı:
Canlı bombaların cennet hayali...
***
Ancak rasyonel gibi görünen bu, “Barbarlar kibarlara saldırıyor” yaklaşımında eksik bir nokta var:
“Uygar Batı”nın on yıllardır Ortadoğu’yu kendi çıkarları için kana bulamaktan hiç çekinmediği gerçeği...
Petrol için işgal edilen ülkeler, kışkırtılan mezhepler, yönetimi devirmesi için silahla beslenen radikal örgütler, sürekli sil baştan çizilen sınırlar, bölünerek yönetilen topraklar...
Paris’teki “kibar” Fransa ile bir dönem Çanakkale’deki, sonra Cezayir’deki hoyrat
Fransa arasında dağlar var.
Bir ülkeye şiddet ihraç ederseniz, bir süre sonra beterini ithal etmek zorunda kalabilirsiniz. O zaman da bütün bunlardan habersiz, günahsız, masum insanlara sormak düşer:
“Neler oluyor, lütfen söyleyin!”
***
Olan şu:
Çıkar hesaplarıyla “Büyük Ortadoğu”ya ekilen kin tohumları, yıllardır o topraklarda kanlı meyveler veriyordu. Oralarda yaşanan korkunç iç savaş, Batı başkentlerinden soğukkanlılıkla izleniyordu.
Şimdi o ateş, Ortadoğu’dan taşıp o başkentleri de yakıyor.
Bütün dünya savaşın cephesi haline geliyor.
Batı başkentleri, terörle, sıkıyönetimle, sokağa çıkma yasağıyla, “güvenlik devleti”yle tanışıyor.
Çare, Ortadoğu’ya daha çok bomba yağdırmak, içeride ırkçılığı tırmandırmak, halkları birbirine kırdırmak değil...
Çare, bu barbarlığı doğuran öfkeyi, onun nedeni olan emperyalist hırsları, işgalcilerin adaletsizliğini görmek ve bölge halklarını hiçe sayan hiçbir hesabın tutmayacağını idrak etmek...
Vahşetin gölgesinde toplanan G20, keşke buna vesile olsa...
Zamanlamaya dair bir detay
İlginç bir şekilde, son birkaç yıldır ne zaman Suriye masaya yatırılacak olsa, dünyanın bir yeri patlıyor, en büyük can kaybı da o zaman yaşanıyor:
• 2012 Mart’ında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Suriye gündemiyle toplanacaktı. Hemen öncesinde Humus’ta Mevlit kandili gecesi katliam yaşandı; 337 kişi öldü.
• Aynı yılın temmuzunda Güvenlik Konseyi, Suriye’deki BM misyonunun görev süresinin uzatılmasını görüşecekti, Hama’da Esad’a bağlı güçler katliama girişti; 305 kişi öldü.
• Ankara’dan önce, Cumhuriyet tarihinin en kanlı saldırısı sayılan Reyhanlı katliamı ne zamandı?
11 Mayıs 2013’te...
Yani 16 Mayıs’taki Suriye gündemli Erdoğan-Obama görüşmesinden hemen önce...
• Bu kez de Suriye’nin de masaya yatırılacağı G20 zirvesinden bir gün önce yaşandı
Paris katliamı...
Tesadüf mü?
Neyin gözdağı ya da davetiyesi bu?"
HABERİ KAYNAĞINDAN OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...