Bugünleri de gördük!
Başbakan yapıldınız. Hayırlara vesile olsun!
İşiniz çoktur. Hemen sadede geleyim. Yıllarca dışişleri bakanı şimdi de başbakanı olduğunuz AKP yönetiminde Türkiye’nin geldiği yere bakınca, acaba ben mi yanlış anladım diye, Stratejik Derinlik kitabınızı bir kez daha okudum. Aşağıdaki ifadelerinizi oradan aldım.
ÜLKELERİN GÜCÜ
“Ekonomik kaynaklar, teknolojik altyapı ve askeri birikim ülkenin güç denkleminde değişken unsurlar olarak yer alır. Bu unsurların iyi bir planlama ile yeterince etkin tarzda yapılandırılmadığı ülkelerin uluslararası ilişkilere yansıyan gücünde ciddi zaaflar ortaya çıkar” (s. 24)
“Ege’deki irili ufaklı ada ve adacıktan çok küçük bir kısmını elinde bulunduran Türkiye, böyle bir coğrafyanın gerektirdiği deniz gücünü oluşturma zarureti le karşı karşıyadır.” (s. 42)
“Amerikan askeri yapılanması ile ekonomisi ve diplomasisi arasında doğrudan bir ilişki vardır ve bu ABD’yi uluslararası ilişkilerin belirleyici hegemonik gücü haline dönüştüren unsurlardan biridir." (s.29)
ULUSALCILIK
“Rus kimlik bilincinin, evrensel ideolojik kimlik tanımlamaları öngören sosyalist ideolojiye rağmen varlığını sürdürebilmesi ve Soğuk Savaş sonrası yeni milliyetçi akımlarda kendini tekrar siyasi bir kimlik olarak üretebilmesi stratejik zihniyet sürekliliğinin sonucudur. Siyasi kariyerini bir sosyalist olarak oluşturan Miloseviç’in Sırp milliyetçiliğinin lideri durumuna gelmesi de bu açıdan ilginç bir misal teşkil etmektedir” (s. 30)
“Stratejik zihniyet bir varoluş iddiasına dayanmadıkça edilgenlikten kurtulabilmek mümkün değildir. Kimlik bilincini yıpratan toplumlar tarihi varoluşlarını tehlikeye atar” (s. 31)
EN AZ ÜÇ ÇOCUK-İMAM HATİP EĞİTİMİ!
“Bir ülkenin en temel stratejik gücü insan unsuru(dur). Coğrafya ve tarihi değiştirmek mümkün değildir, ancak kaliteli insan unsuru bu coğrafya ve tarihe yeni ve ufuk açıcı anlamlar kazandırabilir. Kalitesiz insan unsuru ise aynı tarih ve coğrafya unsurlarını ülkenin zaafları haline dönüştürür.” (s. 35)
“Nitelikli, iyi yetiştirilmiş ve milli strateji ile meşruiyet ilişkisi kurabilmiş insan unsuru bir harabeden muazzam bir ekonomik güç çıkarabilir.” s. 36
“Sağlam bir eğitimle teçhiz edildiğinde ülkenin motor gücü olabilecek olan nüfus faktörü, gerekli planlamanın ve hazırlığın yapılmadığı durumlarda ciddi bir istikrarsızlık kaynağı da olabilir.” (s. 42)
“Türkiye’de artan demografik baskının eğitim talepleri, lise-üstü kurumlar haline dönüş(en) üniversitelerin stratejik teori ve analiz oluşumuna katkılarda bulunmasını engellemektedir.” (s. 51)
DIŞ POLİTİKA
“AB serüveni, “ya gireceğiz, ya gireceğiz” tavrıyla, “girmesek de olur, bizim tek alternatifimiz AB değildir” resti arasında gidip gelmiş; İslam dünyasına yönelik kardeşlik ve kültürel bağlar nutku, doğudan ve güneyden gelebilecek tehdit algılamalarına karışmış; dış politika söylemi dışişleri bakanlarının şahsına göre değişen bir seyir takip etmiştir.” (s. 46)
“Dış politika tercihlerindeki ani değişimler stratejik sürekliliği önemli ölçüde zaafa uğratmaktadır.” (s.47)
“Doksanlı yıllara girerken kullandığımız iddialı dış politika söyleminin doksanlı yılların sonuna doğru gizli bir sükût-u hayale dönüşmesinin temel sebebi bu stratejik tutarlılık eksikliğidir.” (s.47) Galiba bu sav en çok ikibinli yıllara uyuyor kardeşim.
“Katı ideolojik gerekçelere indirgenmiş resmi stratejik analizlere dayanan Sovyet dış politika yapımının tekdüzeliği, değişik kaynaklardan beslendiği için farklı senaryolara açık Amerikan dış politika yapımının esnekliği karşısında tutunamamıştır.” (s. 49)
“Hiç bir hazırlık döneminden geçmemiş muhalefet kadrolarının siyasi gücü kullanma imkanına kavuşmaları bürokratik kadrolar ile siyasi irade arasındaki iletişimi bozarak, son derece hassas bir söylem ve taktik kademelendirme süreci gerektiren dış politika yapım sürecini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.” (s.50) Sanki sizi anlatıyor gibi değil mi kardeşim?
MACERACILIK –KENDİNİ, GÜCÜNÜ BİLEMEMEK
“Bu iki misalin -Enver Paşa: Allahüekber dağları bozgunu. Kazım Karabekir: Kars ve Ardahan’ın geri alınması- ortaya çıkardığı sonuçlar macera ile basiretli ataklık arasındaki farkı ortaya koyması bakımından bugünkü dış politika yapımcılarına önemli bir tarih dersi oluşturmaktadır.” (s. 55)
“İttihat ve Terakki döneminin dış politika tecrübesinin günümüze de ışık tutması gereken en önemli boyutu, reel güç ile orantısız bir uluslararası konum arayışının taşıdığı risktir.” (s. 68)
“Sınırlar-ötesi avantajlarını etkin bir şekilde kullanamayan Türkiye kendi iç bütünlüğü ve sınırları konusunda Avrupa-merkezli baskılara muhatap hale gelmiştir.” (s. 57)
“Bu stratejilerin -dış politika stratejileri- uygulama sürecinde ise her türlü ideolojik söylem bağnazlığından kurtulmak en öncelikli şarttır.” (s. 58) Herhalde din ve mezhep ideolojisinden de, değil mi kardeşim?
“Ne başarılarımızı disiplinli bir çalışmanın kaçınılmaz sürekliliği ile irtibatlandırabiliyor ne de yenilgilerimizden dersler çıkarabiliyoruz. Gerçeklerden ziyade gerçekötesi psikolojilere yöneldikçe kendi mekan boyutumuzdan kopuyoruz.” (s. 60)
“Tarihi birikimi siyasi merkezin tercih ve talimatları doğrultusunda yeniden şekillendirebileceklerini düşünenler tarihin öğütücü çarkları içinde kaybolmuşlardır.” (s. 65)
ATATÜRK’E ÖVGÜ
“Yeni devletin -Türkiye Cumhuriyeti- bütün uluslararası mesuliyet ve iddialardan soyutlandığını ilan eden deklarasyon iki temel unsuru ihtiva ediyordu: (i) Uluslararası alanda iddialı bir konum yerine Misak-ı Milli sınırlarını ve ulus-devleti müdafaa stratejisi, (ii) yeni Türk devletinin yükselen Batı eksenine alternatif ya da muhalif değil, bu eksenin bir parçası olması.” (s. 69)
“Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinde ifadesini bulan bu yeni yaklaşım, barış-eksenli idealist bir uluslararası ilişkiler çizgisi yanında sömürgeciliğin zirveye ulaştığı uluslararası konjonktürü göz önüne alan ve sömürgeci sistemik güçlerle çatışmaktan kaçınanrealist bir dış politika tavrını da ortaya çıkarmaktaydı. Böylece ikiyüz yıldır birçok Batı ülkesi karşısında aynı anda sürdürülen anti-sömürgeci direnişin Osmanlı Devleti üzerindeki çözücü etkisinden kaçınılmaya ve Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde yeni bir uluslararası konum belirlenmeye çalışılıyordu.” (s. 69)
Bu son ifadelerinize biraz açıklık getirmekte yarar görüyorum kardeşim!
Atatürk, “Misak-ı Milli “ ve “ulus devlet” ilkeleri ile Türkiye’yi, bugün bile devam eden, Osmanlı İmparatorluğunu tasfiye işleminin dışında tutmayı hedeflemiş ve başarmıştır. Korkarım siz bunu tersine çevirmek üzeresiniz.
Okumaya devam edelim.
REEL POLİTİK
“Özellikle Bosna bunalımı, bir taraftan uluslararası sistemin prensip ve mekanizma düzeyindeki tıkanıklığını, diğer taraftan “evrensel demokratik değerler” mefhumunun reel politik dengeler karşısındaki etkisizliğini ortaya koymuş bulunmaktadır.” (s. 76)
“Güçler dengesinin en dinamik özelliği, prensip/ideoloji-bağımlı olmaktan çok mesele-bağımlı ve diplomatik manevralara açık kısa dönemli ittifakların oluşabilmesidir.” (s. 78)
“Kendi taktik tercihini ülkenin dış politika ekseninin merkezi haline getirmeye çalışan bir diplomat ciddi yanılgılara sebep olabilir.” (s. 32)
Ah be Kardeşim Davutoğlu! Bütün bunları biliyordunuz da bugünkü duruma nasıl düştünüz? Yoksa yukarıdaki satırlar size ait değil mi?
E. Büyükelçi Süha Umar