17 Aralık operasyonu nedeniyle attığı bir tweet yüzünden evi basılan ve hakkında dava açılan gazeteci Sedef Kabaş, yargı bağımsızlığının bitmesinin Türkiye’nin bitmesi anlamına geleceğini söyledi. “Hükümetler yolcudur, yargı hancıdır” diyen Kabaş, basın özgürlüğünün aslında vatandaşın özgürlüğü olduğunu vurguladı.
Son günlerde attığı tweet nedeniyle gündeme gelen Sedef Kabaş, Türkiye’nin özgürlük sınavından geçtiği bugünlerde sözünü sakınmadan söylemeyi sürdüren gazetecilerin başında geliyor. Hem de “terörle mücadelede görev alan kamu görevlilerini hedef gösterme” iddiasıyla 5 yıldan fazla hapsi istendiği halde...
Doğruları her daim söylemeye devam edeceğini, bu durum karşısında ne korktuğunu ne de endişeye kapıldığını söyleyen Kabaş, “Suç işleyenler mahkeme önüne çıkıp hesap vermez, sadece muhalif oldukları için insanlar sahte delillerle hapsedilir veya katledilirse toplumdaki adalet duygusu büyük hasar görür, ülke itibarı büyük darbe alır.
Hukuk insana göre değişmez, kanunlar kişiye özel yapılmaz ve şahsa göre uygulanmaz. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet evrensel suçlardır. Bu suçları işlediklerine dair kuvvetli delillerin, belgelerin, ifadelerin olduğu bir soruşturmayı kapatmak, tarihe geçecek bir karardır. İşte benim tweetim bu eleştiriyi dile getiriyor… Bundan dolayı da korkmuyorum” diyor.
- Sosyal medya ağı Twitter’da, 17 Aralık yolsuzluk operasyonuna yönelik attığınız tweet nedeniyle mahkemelik oldunuz. Hal böyle olunca, Türkiye’nin en çok konuşulan isimlerinden biri olmakla kalmadınız, birilerinin de hedefi haline geldiniz. Bu süreçte ne yaşadınız?
30 Aralık 2014’te sabah saatlerinde evime 3 sivil giyimli polis geldi… Gelme sebepleri; 19 Kasım tarihinde attığım “Bu adamı ASLA UNUTMAYIN… 17 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararı veren savcı Hadi Salihoğlu.” tweet’i.
Attığım bu tweet nedeniyle “terörle mücadele edenleri” hedef gösterdiğim, hatta tehdit ettiğim iddia ediliyor. Bu durum karşısında ne korktum, ne de endişeye kapıldım ama açıkçası biraz kızdım. Türkiye’de o kadar katil, hırsız, suçlu varken, attığım bir tweet nedeniyle savcılar, polisler benim peşime düşmüştü. Bu durumu sorgulayınca polisler bana “Avukatınızı arayın” dediler.
Avukatımı aradım, ancak kendisi ceza avukatı olmadığı için bana İstanbul Barosu’nu aramamı söyledi… Bu şekilde bir avukat bulmaya çalıştım. Polisleri daha sonra içeri davet ettim ve istedikleri gibi arama yapabileceklerini söyledim. Hatta çay ikram ettim. Aramayı yaptılar, cep telefonuma, dizüstü bilgisayarıma ve oğlumun tabletine el koydular. Ancak savcı hakkımdaki ikinci iddianameyi “Polise mukavemet etti” diyerek yazmış… Oysa polise herhangi bir mukavemet söz konusu değil!
ARTIK AKP YOK, RTE VAR
- Haberci gözüyle seçime giden yolda Türkiye’nin fotoğrafını nasıl yorumluyorsunuz?
Önce sözüm iktidara… AKP bu ülkeye demokrasi getireceği vaadi ile iktidara geldi. Bugün ise tek adam rejimine giden bir yolda adeta bir araca dönüştü. Artık AKP yok, RTE var.
AKP bir kişi üzerinden oy topluyor ya da toplamaya çalışıyor. O kişi de “Madem ben partimdem kat kat daha güçlüyüm, o zaman yönetimde yargı ve Meclis dahil hiçbir kurum, güç, organizasyon beni denetlemesin, kararlarıma karışmasın, söylediğim emir telakki edilsin, sorgusuz sualsiz yapılsın” diyor.
AKP milletvekilleri de buna seyirci kalıyor, hatta destek veriyor… İkinci sözüm muhalefete. Öncelikle kendilerine “uyanmaları” gerektiğini söylemek istiyorum. Sadece 4 ay sonra genel seçimler yapılacak… Artık yeni söylemler, yeni isimler, yeni projeler, vizyon, sinerji, enerji, proaktif bir siyasi yaklaşım bekliyoruz. Hem CHP, hem MHP bu süreçte inanılmaz şansa sahip. Yaşananlar aslında her iki partiye çok malzeme veriyor. HDPye gelince… Selahattin Demirtaş güçlü bir imaj çiziyor ama ben açıkçası parti bazında tam olarak ne yapmak istediklerini kestiremiyorum…
"KORKUYORUM, O YÜZDEN YAZAMIYORUM" DİYEMEZSİN
-Günümüz siyasetinin haberciliği nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
“Korkuyorum, o yüzden yazamıyorum” diyemezsin! O zaman sorarlar, “Madem korkuyordun neden gazetecilik mesleğini seçtin” diye. Gazeteci çoğu zaman “şeytanın avukatı” olmayı göze alan kişidir, muhaliftir, sorar, sorgular, iktidar ve güç sahiplerine yazıları, haberleri, dosyalarıyla hesap sorar. Medya vatandaşın iktidar ve güç sahiplerine soramadıklarını sorar, halkın bilmesi gerekenleri ortaya çıkarır.
Bu yüzden basın özgürlüğü aslında vatandaşın özgürlüğüdür. Bu özgürlük gerçekleri görme, duyma, okuma yani öğrenme özgürlüğüdür. Medyayı bağımlı hale getirmek, gazetecileri tehdit etmek, hedef göstermek, işten çıkarmak, kritik olaylara yayın yasakları getirmek, basın kuruluşlarına polis gönderip baskın yaptırmak, aslında vatandaşa “gerçekleri sakın görme, duyma, okuma, yani öğrenme” demektir.
AMAÇ TOPLUMU BÖLMEK
- Yıllarca eğitim koçluğu ve danışmanlık yaptınız. Sizce Türkiye’de Siyasetin dilinin ayrıştırıcı mı?
Maalesef, evet… Kullandığınız dil sizi ele verir. Örneğin, “İsrail dölü”, “Affedersiniz Ermeni dediler” diyen bir insanın “ırkçılık yapanlara karşı sessiz kalmayacağız” demesi inandırıcı olmuyor. Ya da “biz nefret dili konuşmuyoruz” deyip, sonrasında “ama bazı alçak, şerefsiz hainler, bizi anlamıyorlar” dediğinde ortalama zekâya sahip herkes bu yaman çelişkiyi fark ediyor.
Anayasa hukukçusu olduğunu düşündüğümüz bir profesörün, “Başkanlık diktatörlük getirir diyenleri gırtlaklamak istiyorum” demesi, farklı düşünenler hakkında ne düşündüklerini net şekilde ortaya koyuyor. Sadece sözler değil, elbette tavırlar da kutuplaştırmayı, ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi güçlendiriyor… Oysa hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız. Birbirimize kırdırmak yerine, birbirimize destek olup, bu ülkeyi çok daha yukarılara çıkarmamız gerekiyor. Ancak sanırım asıl amaç, toplumu bölme... Yani Türk müsün, Kürt müsün, Müslüman mısın, Hıristiyan mısın, Sünni misin, Alevi misin, Nurcu musun, Nakşibendi misin, AKP’li misin, CHP’li misin, Tayyipçi misin, Gülcü müsün?.. Bu böyle uzayıp gidiyor... Oysa tek geçerli kimlik vardır: TC vatandaşı olmak… Hukuka saygı duyan, işini elinden geldiğince en iyi şekilde yapan, vergisini veren sorumluluk sahibi bir vatandaş…
HALK BU DAVAYA SAHİP ÇIKTI
- Hedef tahtası ya da “günah keçisi” ilan edildiğinizi düşünüyor musunuz?
Beni “hedef tahtası” haline getirmek isteyenler tam aksi bir durumla karşılaştılar… Halk bu davaya inanılmaz sahip çıktı. Her gün yüzlerce destek mesajı alıyorum. Sadece Twitter’daki takipçi sayım bile katlanarak arttı ve artmaya devam ediyor. İnsanlar beni sokakta durdurup tebrik ediyorlar… Aslında yaptığım sadece gerçekleri dile getirmek. Meğerse buna ne kadar büyük bir ihtiyaç varmış. Bunu bir “cesaret” olarak nitelendirmek bile Türkiye’nin içinden geçtiği dönemin vahametini yansıtıyor…
HÜKÜMETLER YOLCUDUR, YARGI HANCIDIR
- Bu olay sonrasında verdiğiniz bir demeçte, hukuka inancınızın sonsuz olduğunu söylemiştiniz. Yargının tam anlamıyla bağımsız olduğunu düşünüyor musunuz?
Yargı bağımsızlığının bitmesi, Türkiye’nin bitmesi demektir… Hukuk sistemi toplumda adaleti tesis etmekle yükümlüdür. Hükümetler yolcudur, yargı hancıdır… Yargı karşısında bir emeklinin oğlu ile bir başbakanın oğlu eşittir, asla biri diğerinden daha üstün olamaz, bir ayrıcalık göremez.
Mahkemeler sahip oldukları yetkiyi Türk milleti adına bağımsız şekilde kullanır. Bu bağımsızlığı yok etmeye yönelik her türlü siyasi karar, milletin iradesine, hürriyetine, hak arama mücadelesine bir ihanettir. Suç işleyenler mahkeme önüne çıkıp hesap vermez, sadece muhalif oldukları için insanlar sahte delillerle hapsedilir veya katledilirse toplumdaki adalet duygusu büyük hasar görür, ülke itibarı büyük darbe alır.
HIRSIZLIK EVRENSEL SUÇTUR
Hukuk insana göre değişmez, kanunlar kişiye özel yapılmaz ve şahsa göre uygulanmaz. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet evrensel suçlardır. Bu suçları işlediklerine dair kuvvetli delillerin, belgelerin, ifadelerin olduğu bir soruşturmayı kapatmak, tarihe geçecek bir karardır. İşte benim tweetim bu eleştiriyi dile getiriyor… Bundan dolayı da korkmuyorum. Bu ülkede hukuka saygılı, adil ve onurlu pek çok savcı, yargıç ve hâkim olduğuna inanıyorum.
Kaynak: Cumhuriyet | Demet Yalçın