Cumhuriyet gazetesinde ''Zalim ve Korkak'' başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret ettiği iddia edilen gazeteci Özgür Mumcu hakkında hapis cezası istendi.
Hürriyet’ten Ayşegül Usta’nın haberine göre, iddianamede yazı içeriğinde düşünce ve ifadeyi açıklama, basın özgürlüğü ve eleştiri sınırları aşılmak suretiyle 'küçültücü' beyanlar kullanılmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil olgusu isnat edildiği, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunun işlendiği öne sürüldü.
Özgür Mumcu, söz konusu yazısında şunları yazmıştı:
İktidar, muhaliflerinin ölümünü umursamaz. Gücünü, mağduriyete buladığı bir zulümden alır.
Metin Lokumcu, Hopa’da gaz bombardımanı sonucunda hayatını kaybetti. Ne oldu? Erdoğan “Hopa’ya eşkıya inmiş” dedi.
Ruşen Çakır televizyonda “Ama efendim o öldü” dediğinde zamanının başbakanının yüz ifadesini hatırlayın. Gözlerini belerterek nasıl “Bilemem” diye bir ölümü hiç ciddiye almadığını unutmak mümkün mü?
Ya akabinde öldürülen emekli öğretmen Lokumcu’yu eleştirmeye devam etmesini?
O vakitler gözlerime, kulaklarıma inanamamıştım. İnsanların ve özellikle yöneticilerin zalim olmayacaklarını düşündüğümden değil. Zalimliğini bu denli pervasızca ortaya sermekten neredeyse keyif almasına inanamamıştım.
Meğer onlar iyi günlerimizmiş. O vakitler zalimliği sadece ölenin şahsına yönelikti. Henüz geriye kalanlara yüklenecek kadar gözünü karartmamıştı.
Meğer şükretmek gerekiyormuş.
Hitabetini ustaca kullanarak Ber kin Elvan’ın annesini nasıl yuhalattığını görünce, Erdoğan’ın sınırı olmadığı iyice anlaşıldı.
Öleni düşman bellediyse, ölene de ölenin yakınlarına da saygısı yok. Say-gıyı geçtik, ölene ve yakınlarına düşmanlığını sürdürmekten de çekinmiyor.
Hem de bu ölümler “Talimatı ben verdim” dediği bir ortamda olmasına rağmen. Belki tam da bu sebeple.
Zalimliğinin sınırsız olduğu anlaşılmıştı. O da bunu hepimize her fırsatta hatırlatmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Gezi zamanı başından gaz kapsülüyle vurularak öldürüldü Abdullah Cömert. Cinayet Hatay’da işlendi, davası 2000 kilometre ötede Balıkesir’de. Son duruşmada savcı uyudu.
Hatice Cömert, Abdullah Cömert’in annesi. 58 yaşında. Oğlu öldüğünden beri isyan ediyor. Oğlu Zafer’in Birgün’de yayımlanan satırları şöyle:
“İki ihtiyar her cuma günü birbirlerinin ardı sıra bu mezara yaklaşır, mezar taşına dokunur ve sonra mezar başında diz çökerler; kısa bir sessizlikten sonra o kulakları delen yaşlı kadının hıçkırıklarına kocasının gözyaşları eklenir, uzun uzun kederle ağlarlar; altında oğullarının yattığı bu suskun mezar taşına ilgiyle bakarlar, tozunu elleriyle oğullarını okşar gibi silerler, çiçeklerini oğullarının saçlarını düzeltir gibi düzeltirler; anne dayanamaz ağıtlar yakar, ne anlamlı ve yaralıdır o ağıtlar, bu annenin ağıtlarını duyup da gözyaşlarına boğulmamak ne mümkün, babanın titrek sesi duyulur, Kuranıkerim’den okuduğu ayetler eşliğinde gözyaşı dökmeyi sürdürür. Kendilerini oğullarına yakın hissettikleri bu mezardan bir türlü ayrılmazlar.”
Zalimliğinin sınırı yok. Oğlunun mezar taşındaki tozlarını silmesi diğer oğlu tarafından böyle anlatılan Hatice Cömert için de talimat vermiş.
Annenin isyan sözleri için “beni tehdit ediyor” diye dava açmış.
Bir şeyi iyi bilmiş orası muhakkak. O sarayın içinde, bin korumanın et-ten duvarının ardında sizi ancak bir annenin çığlığı tehdit edebilir. Sizi ancak o yıkabilir.
Zalimdir ve fakat zekidir. Kendisini aslında neyin tehdit ettiğini hemen kavramış.
Savcı, tehdit davasında takipsizlik kararı vermiş. Kendini kollasın. Erdoğan’ın zalimliğinin ve öfkesinin sınırı yok.
Sarayının duvarlarını, korumalarının güneş gözlüklerini aşıp ona çarpabilecek tek şey o annelerin çığlıkları.
Kendini tehdit altında hissetmesi çok doğal.
Öldürülenlerin annelerinden korkup annesine sığınması, her fırsatta annesinin ayağının altını öptüğünden bahsetmesi de öyle.
O yıkılmış, aşağılanmış, yuhalatılmış annelerin ayaklarının altında ezilip yitmekten korkuyor.
Bilinen eski kural. Zalimler korkak olur.
Abdullah Cömert’in annesine dava açacak kadar korkak.