Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı hakaret davasında savunmasını “Hakaret yok, doktor olarak teşhis koydum” sözleriyle yapan Altıoklar, “Erdoğan’la ruh durumumuz eşit” diyor.
Hatırlatarak başlayalım. Yönetmen Mustafa Altıoklar, yaklaşık bir yıl önce katıldığı televizyon programında Recep Tayyip Erdoğan’ın “Narsistik kişilik bozukluğu olduğunu” söyleyerek “kendisine rapor vermek lazım, 46 raporu” ifadesini kullanmıştı.
Sözleri dava konusu olan Altıoklar, savunmasını “Hakaret etmedim, bir doktor olarak teşhis koydum” diyerek yaptı. Altıoklar’ın savunması, haftanın tartışılan haberleri arasında yer aldı. Altıoklar’ın sözleri “alkışlayanlar ve yuhalayanlar” olmak üzere iki cephede karşılık bulunca, kendisiyle “üslup-kutuplaşma- iletişim” üçgeninde söyleştik.
Siz bir senaristsiniz, dolayısıyla metin kuransınız. Söyleşiye hayatın olağan akışına uygunluk ilkesine ters bir varsayım sorusuyla başlamamızı anlayışla karşılar mısınız?
- Senaryo yazarlığının dışında roman da yazıyorum. Tabii buyurun.
Savunmanızla ilgili haberlerden sonra beklenmedik biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sizi arayarak şu sözleri aktardığını farz edelim: “Mustafa kardeşim, savunmanı bizzat okudum.
Velev ki narsist kişilik bozukluğu var, ifadesini hekim olarak teşhis koymak maksadıyla söylüyorsun. Ey Mustafa kardeşim, bu teşhisi ifşa etmek suretiyle yaptığın hekimliğin etiğine, hasta hakları gizlilik prensibine uygun mudur?” Böyle hayali bir diyaloğu nasıl sürdürürsünüz?
- Narsistik kişilik bozukluğu olan bir tek siz değilsiniz, ben de öyleyim, derim. Bende narsistik kişilik bozukluğu var, baştan söyleyeyim ki, ruh durumumuzun eşit olduğunu anlayın.
O yüzden sizin ne halde olduğunuzu daha iyi tanıyabiliyorum. Aramızdaki tek fark şu, ben ülke yöneterek, insanların kaderini belirlemeye çalışmıyorum. Gelelim hasta hakları ve gizlilik meselesine. Siz benim hastam değilsiniz. Dolayısıyla söylemiş olduğunuz, hasta sırrını saklamak gibi bir yükümlülüğüm yok.
Aksine toplum adına sakıncalı bir klinik tablo gördüğüm için halkı uyarmak görevimdir. Etik davranışa uyulmadığını söz konusu edecekseniz, o da mahkemenin değil, Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu’nun konusu olur. Bana hekim olarak ceza verilmesi ya da verilmemesi, meslek ahlakımızın kendi kuralları içinde sonuçlanır, derim.
"NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞUM VAR"
“Narsistik kişilik bozukluğum olduğunu söylerim” dediniz. Bu sizin kendinize koyduğunuz bir teşhis mi, bir psikiyatristin size koyduğu teşhis mi?
- Benim kendime koyduğum teşhis. Evet, borderline’ım ben de. Sınırda bir yerdeyim. Yaratıcı sanatçıların pek çoğunda narsistik kişilik vardır. Bu bozukluk düzeyini geçebilir de. Bazı insanda paranoid kişilik, bazısında şizoid kişilik vardır. Bunlar kişilik tipleridir, hastalık değildir. Zaten kişilik bozukluğu da akıl hastalığı değildir.
Bu teşhisiniz eşliğinde, en çok hangi konuda yoruluyorsunuz?
- Bencillik düzeyim arttığı zaman yorar beni. Bunu dizginlemeye, terbiye etmeye çalışıyorum. Tedavinin başlangıcı böyle bir kişiliğin farkında olmak. Ben arkadaşa, üstelik tedavi ücreti almadan, yardımcı oluyorum aslında. Bu (hayali) telefon konuşmasında, faturayı evinize göndereyim mi de derim, bunları da söylerim.
Savunmanız tıp hukukunun kuralları açısından da tartışma konusu oldu. Hasta hakları konusunda çalışan hukukçuların itirazları var. Ancak uzmanlığınız kapsamında teşhis koyabilirsiniz. Bir fizik tedavi uzmanının “psikiyatrik teşhis” koyması mümkün olamaz?
- Yok öyle bir şey. Örnek, siz burada kalp krizi geçirirseniz, ben fizik tedaviciyim, bakamam mı diyeceğim? İşaretlere bakıp bir teşhis ile acil tedavisi ne gerektiriyor ise onu yapacağım. Bakın eski tabirle hükümet tabipliği yaptığımız dönemden de örneklendireyim. Kaç hâkim tarafından çağrılıp, “akıl sağlığı yerinde midir” sorusuyla dava konusu olan kaç kişiye rapor verdik, kaç kişiyi muayene ettik. Daha bacak kadar çocukken, akıl sağlığı raporu vermeye kanunla yetkilendirildik.
Savunmanızda Tayyip Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini de talep ettiniz. Bir sonraki duruşmanız ne zaman?
- 30 Haziran’da. Yalnız şunu eklemeliyim, sağlık raporu konusunda daha fazlasını da talep ediyorum.
Ne gibi?
- Türkiye’de idari konumda olan herkesin, cumhurbaşkanı, başbakan, tüm bakanlar, Yargıtay, Sayıştay başkanları, Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, Diyanet İşleri başkanı, kısaca devleti yöneten erkin, tüm temsilcilerinin, hepsinin her yıl fiziksel ve ruhsal check up’tan geçirilmeleri, raporlarının kamuoyuyla paylaşılmasını istiyorum. Her sene bedensel ve ruhsal tüm tetkikleri yapılsın ve sonuçlarını da hepimiz bilelim. Bunun yasalaşması hepimiz için çok hayırlı olur. Bu Amerika’da böyledir. Obama’nın her sene, akıl sağlığı dahil olmak üzere, sağlık raporu açıklanır.
Açıklamalarınızda ayrıştırıcı, aşağılayıcı, kırıcı siyasi dil ve üslubu eleştirdiğinizi söylüyorsunuz. Bundan dem vurup, “46’lık” ifadesini kullanmak tezat değil mi?
- Bunu ötekileştiren, aşağılayan bir ifade olarak görmüyorum.
Üslup açısından uygun mu?
- 46’lık demek, cezai ehliyeti yoktur, anlamına gelir. Uzun hukuksal bir terimin özetidir. Bir kanun maddesinden söz etmek neden ayıp olsun? Davaya neden olan bu ifadeyi, hızlı soru-cevap formatında süren bir televizyon programında söylemiştim. Bir alay, hakaret değil, teşhis söz konusuydu. 46’ıncı maddenin cezai ehliyetle ilgili madde olduğunu hepimiz biliyoruz. Bugün bu madde 46’ıncı değil 32’inci maddede düzenlenmiştir, diyenlere gelince, biz de biliyoruz. Orada önemli olan neyin ima edildiğidir. Ben de kaçak güreşmiyorum, açıkça söylüyorum. Turgut Özal’a obez, İsmet İnönü’ye sağır dediğimizde hakaretten sayılmıyor da bu neden hakaretten sayılıyor?
Haber görseli‘Şener Şen’i suçlamak haksızlık’
Siz savunmanızı “doktor olarak teşhis koydum” söylemi üzerine inşa edince, “Ne hekimi!” diyeni de, merak edeni çok. Şu anda hekimlik yapıyor musunuz?
- Evet yapıyorum. Geçen yıllardan da bahsedeyim ki, ne hekimi diyenleri aydınlatayım. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden 1984’te mezun oldum. İhtisasımı Gazi Üniversitesi’nde yaptım. Yıllarca memur olarak çalıştım. İstanbul Kanatlarımın Altında filmini çektiğim sene memuriyetten istifa ettim. 1995-2007 yıllarında İstanbul’daki Özel Osmanoğlu Hastanesi’nde çalıştım. Sonrasında üç sene Alman Hastanesi’nde çalıştım. Şimdi Romatem adlı fizik tedavi ve rehabilitasyon hastaneler zincirinin hekimiyim
Hekimliğe bilfiil devam ediyorum. Ancak yandaş medya hekimlik itibarımı sarsmakta, doktor olmadığımı iddia etmekte. Benim doktor olmadığımı söylemek sahtekâr olduğum anlamına da gelir. Şu anda süren hakaret davası bittiğinde ben de karşı dava açacağım, çünkü hekimlik itibarımla oynanmaktadır.
Sizin dava haberleri ile bir kez daha gördük ki, savunmanız ve davaya neden olan sözlerinize karşı iki hâkim bakış var.
1) “Ağzına sağlık, sözleri yüreğime su serpiyor” diyenler.
2) “Erdoğan düşmanlığı nedeniyle kötü bir siyasi söylem içinde” diyenler. Erdoğan düşmanı mısınız?
- Düşmanlık kişisel olarak benim içimde besleyebileceğim bir duygu değil. “Erdoğan düşmanı” tanımlaması kendimi anlatmak için doğru bir ifade olmaz. Ben kendimi şöyle anlatırım. Ben laik demokratik hukuk devleti kavramının düşmanı olanların karşısındayım.
Laikliğin altını çizdiğiniz için hatırlatarak soralım, birkaç yıl önce Erdoğan Mısır’da laikliği öven ve laikliğin önemini vurgulayan bir konuşma yaptığında, Türkiye’de onu ilk eleştirenlerin başında Ali Bulaç vardı örneğin. Bu resim sizin için ne demek?
- Erdoğan’ın Mısır’da laiklik taraftarı bir konuşma yaptığını hatırlamıyorum. Benim duymadığım laiklik yanlısı cümleler eğer Erdoğan tarafından kullanılmışsa büyük olasılıkla takiyye yapmıştır.
Daha önce hep yaptığı gibi. 2007’ye kadar AB’ye girme gayretinde bulunurken de laik olduklarını söylüyorlardı.
Cemevlerine ibadethane statüsü vermemek, Sünni inanışın hakim olduğu zorunlu din dersleri, yargının yürütmenin altına alınarak İslami vurgulu yapılanma, bütün bunlar iddiamın öncü belirtileridir. Takiyyeyle gizli gündemlerini maskelediler, maskeliyorlar.
Kamuoyunun bu başlıklardaki kutuplaşmasına yıllardır tanığız. Ancak bir güncel örnek var ki, bu hafta hep birlikte şahit olduk.
Şener Şen “Neden eylemlere katılmıyorsunuz” sorusuna “Bir oyuncunun ödevi yaptığı filmlerle hayat görüşünü yansıtmak” dediği için tepkilerle karşılaştı. Bu durum sağlıklı mı sizce?
- Şener Abi’nin yaptığı bir eylemsizlik, burada eleştirilecek bir taraf yok. Ben eylemlerimi filmlerimle ortaya koyuyorum, diyor. Şener Abi’ye bu anlamda yöneltilen suçlamalar haksızdır.
Ama diğerleri, Yavuz’du vs. gidip poz poz fotoğraflarla boy göstermek, eylemsizlik değil, eylemliliktir. Geleceğimizi karartan, 2023 projeksiyonunda çok büyük bir olasılıkla Cumhuriyet yerine şeriatı getirme planları olan, gizli gündemleri açığa çıkan bir siyasi güce destek veriyorsanız, eleştirilmeyi de göze alacaksınız.
Çünkü bu, zihniyete destek vermek, payanda olmak demektir.
Siz iktidarın bagajında bir şeriat bavulu olduğu fikrindesiniz, doğru mu?
- Şeriatın biçimi nasıl olur; onu bilmem ama Sünni İslam doktrini üzerine kurulu bir hukuk ve yönetim biçimi geleceğinden şüphem yok. “Kadın ve erkeğin eşitlik fıtratında yoktur” diyen bir başbakanın yanına gidip sanatçılar olarak destek verirseniz, eleştirilirsiniz. Bunlar hak edilmiş reaksiyonlardır.
Fikirleriniz nedeniyle artık görüşmediğiniz arkadaşlarınız, dostlarınız var mı?
- Olmaz mı? Var tabii.
‘Sinan Çetin’le kavgayı usulüne göre yapıyoruz’
Somutlamak için atıfta bulunalım; mesela Sinan Çetin ile hukukunuz olduğunu duyarız.
- Evet, Sinan’la iyi arkadaşız.
Az önceki “2023 şeriat” perspektifiniz ya da siyasi fikirleriniz eşliğinde Çetin ile zıt fikirde olduğunuz malum. Bu da, insani diyaloğunuzu, arkadaşlığınızı sürdürmenize engel değil. Normal olan bu değil mi?
- Evet çünkü biz kavga etmeyi biliyoruz. Her defasında, mesela iki saat berabersek, bir buçuk saat bu konuları tartışırız. Kavgayı usulüne uygun şekilde yapmayı biliyoruz Sinan’la.
Mesela referandum günlerini hatırlayın... Bir anayasa profesörü olan Süheyl Batum’un “evet” diyen Sezen Aksu için “Sezen sazan çıktı” dediğini de gördük. Bu üslup yakışıklı mı?
- Değil tabii. Üstelik ülkeyi yönetme iddiasıyla parlamentoya giren hiç kimseye yakışmaz bu lisan. Eleştiri mekanizması, üslup bazen hakikaten seviyesizleşiyor. Okunur bir duruma gelmek için az önce verdiğiniz örnek gibi söylemler öne çıkıyor. Benim de tercih etmediğim bir üslup bu, ama bazen insanın ağzından kaçıveriyor.
Davaya neden olan sözlerinizi de bu kapsamda değerlendirir misiniz?
Hayır, altını özellikle çizeyim. Ağzımdan kaçan bir söz yoktur. Lütfen son sözlerimden, bu böyle anlaşılmasın.
Buraya kadar sizi anlamak adına sorular sorduk, yanıtlarınızı dinledik. Söyleşinin sonunda “Altıoklar’ın davaya neden olan sözleri de, o sözleri ciddiye alıp dava açmak da saçma” diyecek okurlar olursa?
- Vallahi çok haklısın sayın okur, derim! Böyle şeyleri anlatarak en değerli varlığımızdan, vaktimizden çalıyorum. Dava açmak da saçma, savunma yapmak zorunda kalmak da.
Kaynak: Selin Ongun / Cumhuriyet