29 Nisan 2016 - 06:30
Türkiye’de bu topa girmeden önce iyi düşünmeli. Söyleme aldanmamak, gündemin girdabında savrulmadan fikir üretmek lâzım olduğu kadar kavramın da içini boşaltmamak gerek: Laiklik meselesi.
Bir ülkede yöneticiler gücünü iki kaynaktan alabilir: tanrıdan ya da halktan. Sanırım tam da burada en yalın ve en doğru bulduğum tanımı paylaşmalıyım. “Laiklik, devlet yönetiminin gücünü yurttaşlarından alması ilkesidir.”
Eğer yöneten, gücünü tanrıdan ya da tanrısal bir kaynaktan alıyorsa(aldığını iddia ediyorsa) o devletin örgütlenme biçimi demokratik örgütlenmeyle zaten bağdaşamayacağı için laikliği benimsemiş bir devleti tanımlarken anayasamızdaki gibi “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” diye sıfat sıralamaya zaten ihtiyaç kalmaz.
Zira teolojik, yani gücünü ilahi kaynağa dayandıran bir yönetim anlayışı, yurttaş tercihlerinden bağımsız işleyeceği için demokratik olamaz. “Hukuk devleti” tanımlaması zaten nicedir gündemimizin aslî unsuru bile değil.
***
Laikliğe yukarıdaki cümleyle yaklaştığımızda, zaten devletin herhangi bir ilahî dayanağı olamayacağı için yurttaşlarına inanca dayalı “yakınlık” oluşturamayacağı açıklık kazanır. Yani sakız edilen “din ile devlet işlerinin ayrıştırılması” tanımını doğal olarak içereceğini görebiliriz.
Aynı cümleden yola çıkarsak bugünkü tabloyu başka bir yerden okuyabiliriz.
Kilis’te yirmiden fazla yurttaşın IŞİD füzeleriyle öldürülmüş olduğunu görmezden gelip ”Süpermencilik oynayıp da füzeleri havada yakalayamayacağını” açıklayan anlayış, aslında tükenmekte olan güvene dayalı bağın okumasını iyi yapıyor. Bugün yurttaşın yurttaşla, yurttaşın devletle, devletin yönetenle güvene dayalı bir ilişkisinden söz edemez noktadayız.
Kendi halkını bir örgütün peşinden gitmemeye otuz senedir ikna edememiş olan bir devlet zihniyeti, iki sene öncesine dek Türk ile Kürt’ün bir arada yaşayabileceğine dair inanç tazelemişken şimdi Kürt ile Kürt’ün bir arada yaşayamaz hale geleceği bir tutarsızlık düzeni inşa ediyor.
Tam bu esnada, yurttaşın “yurt paylaşmakla” ilgili tereddütleri kaşınıyorken birisi çıkıp laiklik ilkesini tartışmaya açıyorsa aslında emelin siyasal İslam ile alakalı olmadığını fark etmemiz gerekmez mi? Nihai amacın “gücünü yurttaşından alan” yöneticiden “gücü ve meşruiyeti için yurttaşa/tebaaya ihtiyaç duymayan” yöneticiye ulaşmak olduğunu görmemiz ve demokrasi treninden inme niyetiyle gün sayanları hatırlamamız icap etmez mi?