17 Haziran 2016 - 06:30
Nicedir eski ramazanları arayan ahali, maziyi yâd edebilmek için hayli geniş katılımlı bir iftar buluşması tertip etmeye karar verince insanlık tarihinin gelmiş geçmiş tüm bilindik simaları da davet edildi. İnanan inanmayan, onlardan ya da berikilerden olan herkese açık sofrada konu âlemin bugününe dayandı.
Aralarından biri “Bugünü anlamak için insanın ne olduğunu bilmek gerek,” deyince Platon karşılık olarak “İnsan, iki ayaklı ve kılsız bir hayvandır,” dedi. O esnada yanındakinin üzerine işemeye çalışan Diyojen masadan kalktı, birkaç dakika sonra tüyleri yolunmuş bir tavukla dönüp “Buyur o halde, bu tavuğu da insan kabul edip aramıza alalım” diye çıkıştı.
Hatasını düzeltmeye çalışan Platon “insan, iki ayaklı, kılsız ve geniş düzgün tırnakları olan bir hayvandır” derken sözü Wundt tamamladı: İnsan, düşünen bir hayvandır.
Sofrada homurdanmalar başlayınca Picq “İnsan düşünen tek hayvan değilse de bir hayvan olmadığını düşünen tek hayvandır,” diye atıldı. Hobbes durur mu, “İnsan insanın kurdudur, mirim” diye pekiştirdi.
Masadakiler insanın bir hayvan olduğundan neredeyse emin; nasıl bir hayvan olduğu konusunda kararsızdı. İbn-i Haldun boğazını temizledikten sonra “yani insanın saldırgan bir canlı olduğunu mu söylüyorsunuz” diye sordu.
Schopenhauer’un tereddüdü yoktu. “İnsanlar tabiatları itibariyle şeytan olmaya yatkındırlar,” diye yanıtladı.
Tevfik Fikret dayanamayınca sözü aldı, “Efendiler, kendimle çelişeceğim; ama bunu söylemek mecburiyetindeyim,” deyip devam etti. “İnsan doğuştan saldırgan olsaydı pençeleri olmaz mıydı? Hangi doğal değişim bir canlıyı silahlar icat ettiği için pençelerinden mahrum bırakabilir ki?”
Bu saldırganlık meselesi uzun uzun konuşuldu. Kimse kimseyi ikna edememiş gibi gözükse de üzerinden atlanıp yeni bir tanımda uzlaşıldı: “İnsan hisseden, düşünen, özgürce dolaşan, toplum içinde yaşayan, sanat ve bilim icra eden, kendine özgü bilişsel şeması ve değer yapısı olan bir varlıktır.”
Yeni tanımı herkes sessizce tekrar edip içine sindirmeye çalışırken bir Şii lider huzursuzluğa kapıldı: “Aman ha! Yezitler de mi?”
Haksız sayılmaz, böyle düşününce Yezitlerin insan sayılması yetmezmiş gibi Eskimolar da insan muamelesi görecekti; Kürtler, Ermeniler, paryalar, zenciler, Latinler, ibneler, Protestanlar, engelliler, Yehova Şahitleri, işçiler, Türkler, milliyetçiler, Araplar, Bahaîler, Tacikler, kısırlar, liberaller...
Üreyen üremeyen, renkli doğmuş ya da cinsiyet değiştirmiş, kölelik veya ağalık etmiş herkesin insan olduğunu idrak etmek zor geldi! “Biz insansak onlar birer şempanze! Onların yerine biz düşünürüz,” diye böbürlenen bir bilim adamına alkış yağdı.
O sırada diğerlerinin de insan olduğu fikrine tahammül edemeyen biri “Biz onları ezeriz,” deyiverdi.
Biz ve onlar diye kimlerden bahsettiği belli bile değilken masada kavga çıktı. Her şeyi izleyen bir kedi, “doğuştan saldırgan olmayan insan, saldırma hastalığına yakalanmış ve kendi sonunu getirmenin arefesinde zavallı bir varlıktır,” diye iç çekti.