Bugün Odatv.com sitesinde kaleme aldığınız yazıyı okudum. Ben, siyaset yapan herkesin son derece şeffaf ve hesap verebilir olması gerektiğine inanıyorum. Yazınıza cevap vermemin tek nedeni, sorularınızın yanıtlanmasına yönelik zarurettir.
Yazınızın samimiyetini, politik bagajını bu metinde sorgulamayacağım. Samimi bir sorgulama olmadığı aşikar olduğu halde, açık ve net cevaplar vereceğim.
'Ey Eren Erdem, sen kimsin' diye sormuşsunuz. Hemen yanıtlayayım;
Tasavvuf derki; 'zaman sana uymazsa, sen zamana uy..' Oysa sufi Muhammed İkbal der ki; 'zaman sana uymazsa, sen zamanla savaş..'
Sizin tasavvufa olan yatkınlığınız, zannediyorum bundan sebep olsa gerek. Ben tasavvufçu değilim. Sufiyim.
Beni tanımayışınızın yegane sebebi, zannediyorum 'zamanla verdiğimiz savaşın' geçtiği o çetin meydanlarda olmayışınızdan ola gerektir. Gezi, öncesinde Silivri mücadelesi, Ergenekon kumpasına karşı yükseltilen mücadelenin yaşandığı tüm alanlar, 1 Mayıs'lar ve en önemlisi, zamanın ruhuna uymak yerine, onunla savaşmayı seçmiş fikirler..
Siyasi konjonktüre göre yüzsüzleşen değil, ülkenin siyasi realitesiyle yüzleşenlerdeniz.
Ama ısrarla 'sen kimsin diye sormaya' devam edecekseniz özetleyeyim.
(Not: Gezi direnişi, 31 Mayıs, Harbiye-Taksim yolu)
***
İlk sorunuzda; 'Karşı gazetesinin patronunu nereden buldun getirdin' başlığında bir içerik var. İyi bir edebiyatçısınız, kelimelere raks ettirme hususunda mahirsiniz. Cümlelerinizi; 'niye açıklamıyorsun' şeklinde bağlıyorsunuz. Halbuki, geçmişte bununla ilgili yüzlerce açıklama yaptım. Madem siz okumadınız, ya da okuduğunuz halde bir 'algı operasyonu' üretmek gayesindesiniz tekrarlayayım;
'Karşı gazetesi, Gezi direnişi akabinde kuruldu. Her medya organı gibi, bir müteşebbis süreci üstlendi. Kendisi ile Gezi'de tanıştık. O dönem böyle bir ihtiyaç olduğu konuşuluyordu. Arkadaş, bunu yapabileceğini ifade etti. Bizi tanıştıran dostlar vesilesiyle, bir mali fizibilite süreci başladı. Bu mali fizibilite, ilk olarak Aydınlık Gazetesinin imtiyaz sahibi ile yapıldı. Şu kadar lazım, bu kadar lazım faslından sonra, arkadaş bunu yapabileceğini gördü ve işe girişildi.'
***
Sorunuzda devam ederken; 'bu adamla geçmişteki ilişkiniz neydi' diye sormuşsunuz.
Cevaplayayım; 'kendisi ile tek tanışıklığımız Gezi parkıydı. Orada birlikte olduğumuz dostlarımızın yanındaydı. Oralarda tanıştık. Ortak dostlarımızdan biri, uzun süre Ulusal Kanal'da program yaptı. Bende o dönem program yapıyordum biliyorsunuz. Gazetenin sahibi, İşçi Partisi üyesiydi. Ve mensup olduğu inanç (alevi inancı) müesseslerinden ciddi referansları vardı. Bu işi kaldırabileceğine inandık. Ve işe soyunduk..'
***
'Ülke ne halde, siz neyi konuşuyorsunuz' demişsiniz Nihat bey.
Çok haklısınız. Ben bu konuda tek bir ifade bile kullanmadığım halde, gerek hükümete yakın savcıların ve gerekse sizin gibi entellektüellerin gayreti ile, bu kaotik süreci öteleyip, böyle hadiseler üzerine konuşmak zorunda bırakılıyorum. Buraya kadar 'aralara sıkıştırdığınız hakaret ve ithamları' görmezden gelerek, diğer suallerinize geçiyorum.
***
Karşı gazetesini kurarak, gazetecilerin başını belaya soktuğum yönünde son derece garip, komik ve manasız bir ifade kullanmışsınız. Cümleniz aynen şöyle; 'çok saygın muhalif yazar ve sanatçıları bu şaibeli isimlerle yan yana getirip töhmet altında bırakmaktan ve bugün bu temiz gazeteci çocukların ‘zan altında’ ‘sanık’ gibi haberlere konu olmasından, hiç pişman değil misin?'
Sanırım farkında değilsiniz. Karşı gazetesi 'gerçek bir gazetecilik yaptı.' Geçmişte, hiçbir suçu olmadığı halde, gazeteciler nasıl zan altında bırakıldığında onların yayın yapmasını sağlayan mecralardan ziyade, bunu yaratan iktidar aklını sorguladıysak, bugün de sürece böyle bakıyoruz. Bir gazete kuruldu. Büyük işler yaptı. Hükbümet çıktığı hafta, 2 kere açıklama yaptı. Bülent Arınç, çıktığı hafta bizi hedef aldı. Havuz medyası çıktığımız hafta linç başlattı. Dağıtım şirketleri gazeteyi dağıtmadı. Gazete, açıkça sattırılmadı. Ve sonunda batırıldı. Bunun tek sebebi, yaptığı gazetecilikti. Gazetecilik yapan bir kurum oluşturduğum ve sizi rahatsız ettiğim için çok özür dilerim.
***
Şimdi gelelim esas can alıcı iddialarınıza. Şimdi çok iyi dinleyin olur mu? Bu soruyu sorarken, eminim cevabını biliyordunuz. Bende cevabı yineleyeceğim...
'Bu kaynağı belirsiz haberleri yayınlarken gazetede hukuki sorumluluk taşıyan arkadaşlarını bu haberlerin kaynağıyla ilgili haberdar ettin mi?'
Karşı gazetesinin 1 tek haberi dahi, yazı kurulundan çıkmadan gazeteye girmedi. Usüldür. Yazı kurulunda karar almadan manşet atılmaz. Tek bir manşet dahi atılmadı. Hani, gazeteyi
'paralelle ilişkilendiren o haberler var ya?' Sizin kaynağı belirsiz diye kodladığınız o haberler. Haberlerin tamamı bir gazetecilik başarısıdır. O başarıyı sergileyen muhabiri, gazetemizin
Genel Koordinatörü, Aydınlık Gazetesi muhabiri Mehmet Bozkurt tarafından işe alınmıştı. Ben muhabirle gazetede tanıştım. Gayet başarılı bir gazetecilik yaptı. Kaynağı belirsiz haberler dedikleriniz bundan ibarettir. Zaten, Karşı'nın eleştirilen ve hükümet tarafından hedef yapılan manşetlerinin tümünde bu muhabir arkadaşımızın imzası vardır. Kaynağı belirsiz olsaydı, Aydınlık gibi bir mektepte pişmiş bir gazeteci, bu arkadaşımızı gazeteye getirmez, işe almaz ve attığı manşetleri onaylamazdı. Bence Aydınlık, bu manada ciddi bir gazetecilik mektebidir. Dolayısı ile, sanıyorum bu hususta cevabınızı aldınız.
Gazetede hem cemaatle hem hükümetle alakalı haberler çıkıyordu. Ve 'mizah dili' çok baskındı. Tabi, okumadınız. Gayet ciddi haberler yapıldı. Cemaatin sınav skandalını yazmıştım hatırlar mısınız? Hemen dava açılmıştı bana. Tek bir engelleme şöyle dursun, bizzat şahsım tarafından tüm çalışanlar bu hususta cesaretlendirilmiştir. Bu özellikle, gazetemizin ruhunu oluşturuyordu. Biz, 'AKP'yle, Cemaate yaslanmadan', şimdi buraya dikkat edin; 'Cemaatle de AKP'ye yaslanmadan mücadele ederiz' noktasında yayıncılık yaptık. Size de özellikle; 'Cemaatle, AKP'ye yaslanmadan mücadele etme' şiarıyla hareket etmenizi tavsiye ederim.
***
Evet. Şimdi ana meselelerden birine değinelim. 'Gizli tanık ifadesinde yer alan bir bilgiyi esas alarak; TUSKON'la görüştün mü demişsiniz.' Yazık. Siz ki, yıllarca 'gizli tanık ifadelerindeki iftiralara hücum etmiş birisiniz. Gerçekten yazık.'
Hemen anlatayım madem. TUSKON dahil, gazetede yayın yönetmenliği yaptığım dönemde, tek bir kişi ile hiçbir görüşmem olmadı. Gazeteye ABD'nin elçiliği ziyaret yapmak istedi. Hatırlayın, Gazetenin sahibi A Haber'de
; 'bu görüşmeye Eren Erdem karşı çıkmış, ben bebek katilleriyle görüşmem demişti' dedi. Ama kendisi, görüşmeyi kabul etmişti.
Ben de, o gün idari amir olan Serkan adlı arkadaşımıza, bu rutin ziyareti (elçiliklerin kültür ateşeleri gazetelere bu ziyaretleri yaparmış) kayıt altına almasını tembih etmiştim. Ve kayıt altına aldırmıştım. O ziyarette, sadece ben değil, gazetenin Genel Koordinatörü, Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı ve 2 çalışanı daha vardı. Orada, ABD'nin basın özgürlüğüne bakışına dair bir brifing verip, gitmişlerdi. Bu ziyaretleri tüm gazetelere yaptıklarını söylüyorlardı. Bu ziyarette 'basın özgürlüğüne bakışları, Türkiye'de ki gazetelerin genel durumu, gazetelerin içerikleri üzerine' görüşler aktardılar. TUSKON meselesine gelince; 'gazetenin hiçbir çalışanı, TUSKON ile hiçbir görüşme yapmadı. Onu geçtim, gazete kapandığında, gazeteyi ilk icraya veren; abone olduğumuz ajanslardan biri olan Cihan haber ajansıydı.
TUSKON meselesini, gazetenin o dönemki çalışanları çok iyi bilirler. Ben, yayın kurulunun bilgisi olmadan bir tek haber, görüşme yapmamakla beraber, gazeteye personel bile almıyordum. Çünkü onların doğru kadroyu kuracağını biliyordum.'
***
Gazeteyi kurduğumuzda sizinle de görüştük. Aynen yazdığınız gibi; Odatv'den yazılarınızı yayınlanma tarihinden 1 gün sonra alabileceğimizi ifade ettiniz. Ben ise size; 'Siz önemli bir renksiniz. Bu gazetede bütüncül bir çizgi oluşturuyoruz. Olmalısınız demiş, ısrar etmiştim.' Yazınızdaki hakaret ve sövgülerinizi size iade ediyorum. Hatırlarsanız bana;
'ben ev aldım kredi ödüyorum, ödemeye ihtiyacım var, 250bin TL peşin verirseniz yazarım' demiştiniz. Biz de bunun üzerine sizinle görüşmeyi sona erdirmiştik. Her ne kadar 'gizli tanık olsa da' bu görüşmenizin şahidi gazetenin sahibidir. Sizinle tek hukukumuz bu olmuştu. Bu diyalog yaşandı değil mi Nihat bey?
***
Demişsiniz ki; "Soner Yalçın içerden yazılar gönderiyor. Bir yazısında bir şeyler söylemiş, ne demiş sorun nedir, hala anlayabilmiş değilim… Pat, Eren Erdem isyan bayrağı açtı, ‘biz arkadaşlarla topluca Odatv’den ayrılıyoruz, artık burada yazamayız?’.
Eeee? Bana telefon açıp, üstelik irademe el koyup hadsize bak, emir verir gibi: ‘sen de bu sitede yazma, yazamazsın, yazarsan sen de bu görüşleri paylaşmış olursun?’
Ve kimleri gaza getirmişse hepsi birlikte Odatv’den ayrıldılar, Odatv’yi en zor günlerinde yüz üstü bıraktılar."
Evet Nihat bey. Edebiyatçı olmadığım için sizin gibi kelimelere raks ettiremiyorum. Madem gündeme getirdiniz, olayın tamamını ben yazayım. Odatv.com'da müstear isimli bir yazı yayınlanmıştı o günlerde. Yazıda geçen cümle şuydu;
'68 kuşağının devrimci önderi Abdullah Öcalan..' (İlgili haber: http://www.gazeteciler.com/gundem/oda-tvde-abdullah-ocalan-catlagi-36714h.html)
Yazı bir Öcalan çerçevesi çiziyordu. Yazıya ilk tepkiyi, tarihçi dostum
Sinan Meydan göstermiş ve istifa etmişti. Akabinde, kendisiyle yaptığım görüşme sonrası ben de ayrılmıştım. O gün Sayın Yalçın'ın hangi politik çerçevede bunu söylediğini tartışmıyorum. Sizi aradığımda telefonda bu durumu anlattım. Siz bana; 'ne var bunda' dediniz. Size göre Öcalan devrimci midir? Bugün hala bu görüşte misiniz? Madem bir laf ettiniz, arkasında durun lütfen. Öyle 'ne demişse artık' gibi kaçamaklarla algı operasyonu yapmayın. Yiğitçe, mertçe deyin ki; 'evet, ben de Öcalan'ın devrimci bir lider olduğuna inanıyorum.' Elbette Odatv ve sayın Yalçın böyle bir görüşle ilintilendirilemez. O ifade, tarihsel bir inceleme ve irdeleme ekseninde ortaya koyulmuş olabilir. Ama o okuma biçimini benimsemeyerek tepki gösterenleri hain ilan etmek, Erdoğan'ın çerçevesine yakın bir davranıştır. Adınıza üzüldüm..
***
Şimdi toparlayayım;
'Hükümet bir gazeteye saldırdı diye, o gazete kötülenemez. Olabilir,
sahibini gizli tanık yapabilir. Bunun kabahatlisi, gazete değildir. Hükümetin bu yöntemleri ve bu kirli operasyonlarının tek sebebi, Karşı'nın duruşudur.
Bu gibi işler geçmişte de yapılmadı mı? Darbe dönemlerinde 'nice solcu geçinenler' ajanlaştırılıp sosyalistleri fişlemedi mi? Esas, o şerefli gazetenin çalışanlarına; GİZLİ TANIK İFADESİNE İTİBAR EDEREK, SİZ ZARAR VERİYORSUNUZ! Hükümetin yaratmak istediği algıyı büyütüyor, o şerefli sayfalara yönelik saldırıyı meşrulaştırıyor, o insanları zan altında bırakıyorsunuz. Karşı'da; 'Cemaat ile ilgili kaç özel haber yapıldı, okudunuz mu?' İliç savcısının nasıl estetik ameliyatı yapıldığını biliyor musunuz? Bir tek kişi. Tek bir gazeteci çıkıp; 'ben haber yaptım, yayınlanmadı' diyor mu?
Karşı çalışanları gözaltına alındığı gün Ankara'daydım. Hemen basın açıklaması yaptım. Gazetecilerin serbest bırakılmasını, bu gizli tanık kumpasına son verilmesini, aksi taktirde, gizli tanık rezaletini belgeleriyle ifşa edeceğimi ilan ettim. Dinlediniz mi? Niye dinleyesiniz ki? İçinizdeki nefret ve CHP düşmanlığı, sırf CHP'li kimliğim nedeniyle gözünüzü kör etmiş durumda...
İslami bilgi ve çalışmalarıma inanılmaz hakaretlerde bulunmuşsunuz. Bunu es geçiyorum. Eğer dilerseniz, bir tartışma yapabiliriz. Sizinle bu konuda bilgi ve birikimimi asla tartışmam. Ama konular üzerine tartışırım. Cüruf diye kodladığınız kitaplarımdan övgüyle bahsettiğiniz sohbetlerimiz (Ankara'da bir kıraathane bahçesi) fevkalade güzeldi. Etikdışı bir dil ve üslup ile, sırf saldırmak için böylesi çirkin bir dile sığınmak size hiç yakışmadı.
Beni 'delege oyunlarıyla' vekil olmakla itham etmişsiniz. Sanırım cehalet böyle birşey. Ben 'önseçim' ile seçildim. Delege oyunu yapabilecek kimsem yoktur. Önseçim demek; 'delegeyle hiç bağı olmayan, salt üyenin sandığa gitmesi demektir. Sizi okuyan CHP seçmen ve üyelerine yönelik bu hakaretiniz, onları ahmaklıkla itham edişiniz, sanırım yazınızın bütününe hakim olan üsttenci dilinizden kaynaklı.'
Gelelim Ebu'zerr ve Ali Şeriati üzerinden yaptığınız güzellemeye. Hakaret dolu yazınızın bu bölümü tam bir feceat. Beni; siyasetten rant elde etmekle itham etmişsiniz. Siz, sanırım hiçbirşeyi bilmiyorsunuz. Ben; 'kirada oturan, borçları olan, hiçbir mal varlığı olmayan, üstüne ve ailesinin üstüne tek bir toprak parçası bulunmayan, kazancının ihtiyacından artanını paylaşan biriyim. Bu alana girerseniz, çok rencide olursunuz. Çünkü yüzlerce insan çıkar karşınıza, sizin sorguladığınız 'infak müessesesi' üzerinden şahsımdan yararlanan...
Sizin dervişliğiniz, edebiyat dergilerindeki cafcaflı kelimelerden ibarettir. Bizim dervişliğimiz sahicidir. Bugün yazdığınız bu yazı şu manaya gelmektedir; 'bir döneme damgasını vurmuş, müthiş bir gazetecilik başarısı olan Karşı üzerinden, hükümete yaslanmaktır. Erdoğan ile aynı dili konuşuyorsunuz. Meselenin bir 'gazete içi mesele olmadığını', meselenin siyasi bir mesele olduğunu çok iyi bildiğiniz halde, birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan meseleleri bir araya getirerek oyun kurmaya çalışıyorsunuz. Bunda, Kılıçdaroğlu'na çakıp muhatap alınmak, siyasete kanat açmak gibi geçmiş beklentilerinizin çok payı var. Size tavsiyem, girin önseçime, fikirlerinizi anlatın insanlara. Layık görürlerse, sizi seçeceklerdir. İçinde yer alamadığınız bir siyasi projeye düşmanlaşarak, beklentilerinizin karşılanmamasından kaynaklı bir tutarsız tavır içinde olmanız, sadece sizi küçültür.
Ben, yarının büyük kumpaslarını göğüsleme pahasına siyaset yapıyorum. Yaptığım işler büyük işlerdir. Amansız ve çetin işlerdir. Sizin yaratmaya çalıştığınız algıda yer alan 'menfaat siyaseti' yapanların banka hesapları kabarıktır. Ben ise, borçları kabaran, tek bir menfaat odağına yaslanmayan, şeffaf, samimi ve cevabı verilemeyecek tek bir sorusu olmayan biriyim.
Sistematik biçimde, şahsımı düşmanlaştırmaya çalışanların elbette hesabına gelmeyecek işler yapıyorum. Bunlar kişiye rant sağlamayan işlerdir. Rant sağlayan işler, daha popülist işlerdir. Bu farkı görmeniz zor. Çünkü sadece bakıyorsunuz.
Geçmişte kimler satın alındı. Ne davalar satıldı. Kimler, köşelerinden devrimcileri fişledi. Siz çok iyi bilirsiniz. Benimle ilgili 'zann ve asılsız' GİZLİ TANIK ifadelerine sığınmak dışında somut tek kelimeniz var mı? Hükümet bana İran'cı dediğinden bir anda İran'cı lafzına sığınmaya başladınız. Niyet okuyucusu değilim. Siz, İran'cıları iyi bilirsiniz. Benim İran'a olan bakışım, bir vakitler içinde olduğunuz Doğu Konferanslarından daha radikal değildir. ABD Emperyalizmine karşı duran her millet namusludur. Bu çizgi sizi rahatsız etmişse, bunu sizin vicdanınız bilir.
Sizi uyarayım. Ülke bir girdaba sokuluyor. Karşı gazetesi meselesi, asla bir 'gazete içi mesele değildir.' Eğer gizli tanık, gazetenin sahibi olmasaydı, başkası olacaktı. Bu gerçeği görmeyen gözlere ne demeli? Karşı demek; 'yolsuzlukların, hırsızlıkların, namussuzlukların, iktidar eliyle ve iktidar-cemaat ortaklığıyla işlenen suçların' ifşa edildiği, kimsenin kısıtlanmadığı, herkesin onurla taşıdığı bir gazetecilik başarısıdır. Sizin, 'gazete içi tartışma' diye kodladığınız o süreçle hesaplaşılmıyor. O süreçte yazılanlarla, gerçeklerle hesaplaşılıyor. Ve yakın tarihte göreceğiniz, sahici alçaklıklar ve kumpaslar hazırlanıyor.
Size önerim; '1 Kasım sonrası vites değiştirenler gibi değil, hakikatlerle iştigal edenler gibi olun. İnsanlık için çalışın, halkın refahı için mücadele edin. Hayatınızı yoksullara adayın. Yetimleri güldürün. Kimsesizlerin başını okşayın. Ben buralarda görmediğim şahsınızı tanımak için soruyorum;
'siz kimsiniz?'