Çiğdem Toker, AKP'nin 4. Olağan Kongresi ile 5. Olağan Kongresi'ndeki farkları ve izlenimlerini köşesine taşıdı.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Çiğdem Toker, AKP 5. Olağan Kongresi'ndeki izlenimlerini köşesine taşıdı. AKP'nin 4. Olağan Kongresi'nde de aynı salonda olduğunu söyleyen Toker, o günkü kongre ile 3 yıl sonraki 5. Olağan Kongre'yi arasındaki farkları yazdı.
İşte Toker'in o yazısı...
Üç yıl önce de bu salondaydım. AKP’nin, 30 Eylül 2012’de toplanan 4. Olağan Kongresi’nde.
O sıra çalıştığım gazete, bugün yalnızca ismi aynı kalmış bir iktidar yayını.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son kez AKP Genel Başkanı seçildiği o günün ertesinde manşetler “Çankaya Sinyali” diye atılmıştı.
Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi seçilmesine de “Çankaya” kelimesi artık Cumhurbaşkanlığı makamını anlatmıyor.
Üç yıl önceki kongrede, 2071 diye bir hedef konulmuştu.
Dünkü Kongre’de, 49 gün sonrasına randevu verildi: 1 Kasım seçimleri.
Üç yıl önceki Kongre’de, Erdoğan’ın “Hiç kimse aramıza nifak sokamaz” sözüyle Cemaat’i mi, yoksa o sıra Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ü mü kastettiği sorusu tartışılmış, kesin cevap bulunamamıştı.
Ne ki, dün salonda her iki ihtimal de namevcuttu.
Gül davet edilmesine karşın gelmeyi tercih etmezken, Cemaat’e yakın medyaya akreditasyon uygulandı.
Üç yıl önce dağıtılan 63 maddelik reform kitapçığında, “Nefret suçu” düzenlemesi taahhüdü vardı.
Dünkü Kongre’de Hürriyet gazetesine düzenlenen taşlı-sopalı “protestonun” önündeki isim, divan üyesi olarak seçildi.
Üç yıl önceki Kongre’de Neşet Ertaş türküsü dinletilmişti...
Dünkü Kongre’de -doğru bir kararlaşehitlere saygı için müzik çalınmadı.
Üç yıl önceki Kongre’de coşku ve tezahürat, salonun her yanındaydı.
Dünkü Kongre’de, sadece gençlik teşkilatının bulunduğu kanattan ses geldi.
Coşku açığı, -ataları mum ve çakmak olan- cep telefonu ışığının “Kaldırın havaya” siparişiyle kapatılmaya çalışıldı.***Hatırlatmak gerekirse...13 yıllık iktidar geleneği, geniş tabanı ve ekonomik gücü faktörlerinden dolayı AKP Kongreleri’nde salonun boş olma gibi bir ihtimali yok, hiç olmadı. Nitekim dünkü Kongre’de de salon tamamen doluydu. Ama doluluk, heyecan anlamına gelmiyor.
İçeride cep telefonu ışıklarıyla konsolide edilmeye çalışılan “heyecan”ın yalın hali, dışarıda çok daha belirgindi.
Konuşmaların yansıtıldığı barkovizyon alanında, aralarında bir süre oturduğum partililerin yüzünde; tanıtım filminde anlatılan “büyük sevda”nın izlerini boşuna aradım.
Keza, Davutoğlu’nun söz ettiği “yüreklerin ritmi”ni duyabilmek de mümkün olmadı... Aralarında sohbete dalmış kadınlar, partinin hiçbir kongresinde ihmal etmediği bolluk içinde kumanyalarından yiyen çocuklar, can sıkıntısıyla tespihlerini çeken, gözleri bir noktada sabitlenmiş erkekler; içinde bol bol “menzil, sefer, kutlu yürüyüş, yiğitler” geçen konuşmayla pek ilgileniyor gibi değildi.
Ne, “Cizre’nin Keşan gibi Bergama gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin aziz bir toprağı olduğu” cümlesi duyuldu, ne de “Türkiye’nin orta gelir tuzağına düşmesine izin vermeyeceğiz” sözü.
Davutoğlu’nun tek cümleyle andığı bu iki konunun; ülkeyi 13 yıl yönetmiş partisinin bugün demokratik hukuk devleti çerçevesinde kontrol edemediği ve sadece kendi geleceği değil, tüm Türkiye açısından risk taşıyan iki temel alanı işaret etmesi bir rastlantı olabilir mi?
Kürt Sorunu ve ekonomik veriler.
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN...
Kaynak: cumhuriyet.com.tr