close

Âdemler ve diğerleri

24 Şubat 2015 - 0: 0
“… Âdem Havva’yı bakışlarından fark etti. Onun Havva olduğunu bildi. O güne kadar ki bütün erdemlerini topladı, omuzladı, Havva’nın önünde eğildi, onu oluladı. Benliğini ele veren son çığlıktan aldığı cesaretle son tuğlasını koyarak Havva da mükemmel dünyasını yapmıştı. Mutluydu. Âdem artık Havva’yı ne önüne katabildi ne gerisinde unuttu. Yozluktan gelip erdeme yürüdüler, yan yana! …”

Maksadımızı yeterince anlatabilmek için bazı kelimeleri veya kavramları anlaşılır kılmaktan başlamak istiyoruz yazımıza.

Dilimizde Âdem ile Havva iki ayrı birey olarak anlaşılır. Âdem eril, Havva dişidir. Biz Tanrıbilimci olmadığımızdan saygısızlık edip kimsenin alanına girmemek, bir hataya düşmemek için bunları babamız ve annemiz yerine birey olarak ele alacağız. Bir de erkek ve kadın ayırımı yapmamak adına her ikisini insan olarak tanımlayıp o yönü ile konu edeceğiz.

Hahamlar, papazlar, imamlar yokken Aristo, insanın düşünen bir hayvan olduğunu söylemişti. İnsanın yaptıkları düşünmesine, her düşünmesi de farklı şeyler yapmasına yol açıyor. Kaç yüz bin veya kaç milyon yıl sonra da bu günkü düzeye geliyor. Yani emek verilen bir çaba sonucu bu hale geliyor insan. Geliyor gelmesine de yalnız Aristo’nun bu düşünen hayvan dediğine Tanrıbilimciler âdem deyip ilk insan olarak kabullenmişlerdir. Dinler tarihini pozitif bilimin içinde öğrenen, gerçekten de pozitif bilimle uğraşan bilim insanları ise âdemi, düşünme ve bu düşünme sonucunda sosyalleşen, toplumsallaşan insan olarak tarif etmektedirler.

Biz burada bilimin söylediği “Düşünen ve sosyal olan insan âdemdir” gerçeğinden hareketle Mersin’deki vahşete geliyoruz. Henüz yirmi yaşında, geleceğe umutla bakan, aktif şekilde kendince bir hayat kurma gayretindeki Özgecan, başına gelenleri hiç hak ediyor muydu? Özgecan âdemdi. Peki, kendisine o vahşeti yapan neydi? Onunsa Aristo’nun deyimiyle düşünmeyen hayvan, bilim insanlarının deyimiyle de düşünsel gelişimini tamamlayamadığından henüz insan yani âdem olamamış bir eksik yaratık olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi hiçbir yaratığa, hayvana haksızlık olmasın diye bunlar arasında ne kadarının Özgecan’ın başına gelenleri yapabilecek kadar aşağılık olabileceğini bilmemiz gerekiyor. Doğada gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz, belgesellerde izlediğimiz kadarıyla düşünmeyen hayvanların dahi cinsel yaşamlarında bir denge vardır. Türlerinin soyunu devam ettirmeye yönelik doğal içgüdüleriyle yapsalar da karşılıklı onay, istek dâhilinde ve barışık halde birbirlerinin can güvenliğini tehlikeye atmadan, eziyet etmeden cinselliklerini yaşarlar. Demektir ki bu Mersin’deki örnek Aristo’nun tanımlamasıyla içgüdülerini de yitirmiş, düşünmeyen yoz hayvan olmaktan da öte bir yerdedir.

Şimdi bu acı olaydan sonra iki ayrı dünyadan dillenen söylemlere bir bakalım:

Biri metanetini hiç bozmayan, asaletin sembolü Özgecan’ın ailesi. Annesi, “İsterdim ki kızım kurşunla öldürülseydi” diyor. Çünkü Özgecan tam üç saat boyunca ölmeden hem elleri kesilmiş hem yakılmış. Babası, “Kızımın ölümü üzerinden ülkemde idam cezasının tartışmaya açılmasını istemiyorum” diyor. Çünkü Özgecan dâhil bu türden şiddete maruz kalan ve öldürülen binlerce kadının kanına girmiştir bu iktidar. Bu iktidar döneminde kadına uygulanan şiddet tam on dört kat artmıştır. Ve bu iktidar, yaklaşan seçimler nedeniyle de olsa gerek anayasadan zor bela çıkarılmış ve geri getirilmesi olasılık dâhilinde dahi bulunmayan bu çağ dışı idam cezası üzerinden kafaları karıştırarak kendi mezalimini gölgelemenin siyasetini yapmaktadır. Bu siyasetine yeni bir malzeme daha ekledi bugünlerde. Sözde Cumhurbaşkanının müstakbel milletvekili kızına suikast düzenlenmesi haberi! Yani hala mağduruz siyaseti. “İktidarımız döneminde bu kadar kadın şiddet gördü, tecavüze uğradı, öldürüldü, çok üzgünüz ama bakın bizim kadınlarımız da şiddete maruz kalıyor, biz de mağduruz” edebiyatı!

Konumuza dönersek; insanlık dışı bilinen idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet cezası zaten yasalarımızda bulunmaktadır. Bu suçları işlemiş olan yaratıklar, kravat takıp takım elbise giyerek mahkemeye gelseler de, ağırlaştırılmış müebbet cezası aldıklarında, hani düşünen düşünmeyen diyorduk ya işte burada da Türk Milleti adına gereği düşünülmüş, gereken ceza verilmiş, hak da yerini bulmuş olacaktır. Lakin ne acıdır ki Türkiye’de yargıçların kadına karşı uygulanan cezai müeyyideleri başka alanlarda verilen cezalardan daha fazla indirime gittiklerini her benzer olaydan sonra televizyonlardan duymaktayız.

Diğeri onuru ve utancı hissetmeyenlerin dünyasından gelen tarih öncesi bağırtılar gibi: Kadının kahkaha atmasının veya hamile iken sokağa çıkmasının terbiyesizlik sayıldığı, kadını insan bilen ve her konuda eşit kılan laik yaşamda yer almasının, özel bir günde dekolte veya mini etek giymesinin, ya da çalışma yaşamını seçmesinin tecavüz edilmeyi hak ettiği toplumları biliyoruz. Bunların Türkiye’de ve Türk toplumunda asla karşılığı olamaz. Ancak çok sevdikleri Suudi Arabistan ve benzeri yerlerde olabilir. Çünkü oranın en ünlü tarihçisi, “Kadınlara araba kullanma hakkı verildiğinde diyelim ki şehir dışında arabası bozuldu ve oradan bir erkek geçti, ne olur o zaman?” diyor. Varın ünlü Suudi tarihçinin ve o gibi toplumlarda kanunları uygulatanların endişelerindeki yüce hikmeti siz düşünün artık! Bizim iktidarda olanlarımız ve onlara payanda olanlarımız da o mübareklerden besleniyor işte. Hatta eksenimizi Cumhuriyetin konumlandırdığı âdemleşmiş batıdan alıp, kadına şiddetin ve tecavüzün zirvede olduğu, belden yukarı bir kültürün bir türlü yeşeremediği, âdeme hiç rastlanmayan o mantık ve duygu çölüne kaydırmaya çalışıyorlar. Ve onlardan feyiz alarak altı, evet yanlış duymadınız altı yaşındaki kızlarla evlenilebilir diyorlar. Bu eğitimi verecek müdürleri atadıkları okullarda, eteğini diz üstüne çekmiş kız öğrencilere tacizde bulunacak özel timler oluşturuyorlar erkek öğrencilerden. Ne bitmez kerametleri varmış bunların. Bir de sözde ayaklarının altına cenneti serdikleri annelerine yaklaşımlarına bakın: Annelerin dizlerinin üstünün görünmesi cinsel tahrik nedeniymiş! Muhterem, evinde kendini kerhanede sanıyor adeta. Kuran’ı, İslam’ı özüyle anlatmak amacıyla kurulan Diyanet, nişanlıların el ele tutuşmalarına, orta çağda krallarla iktidarı paylaşan kilise gibi Allah adına yasak getiriyor. Hâlbuki “Elleri, gönülleri birleşsin, tutuşsun ki yalan söylemesinler, hırsızlık, yolsuzluk ve kavga etmesinler” dese ne kadar Kurani, İslami olur değil mi?

Tarih öncesinden gelen sesler böyle. Ya bilişim çağında demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanının söylediklerine ne demeli?

Önce “Kabataş vapurundan insanların nasıl indiklerine bir şey diyor muyum?” diyerek kimsenin yaşam şekline karışmayacağını ima etti. Ardından o da incilerini dizdi.

“Fıtraten, (yani hasletten yani ahlaken) kadın erkekle eşit değildir” dedi. Bu düşünce kadının âdem olup olmadığı veya ne kadar âdem olduğu gibi bir tartışma yaratan çok çağdışı bir düşüncedir.
 
“Kadın Allah’ın erkeğe emanetidir” dedi. Allah, kadın âdemi hiçbir geçerli sebebi yokken neden erkek âdeme emanet etsin? Kadın, akli melekelerini yitirmiş veya bakıma muhtaç durumda olsa anlardık. Allah’ın bunu söylemesine gerek yok ki. Çünkü Allah ona idrak edecek aklı vermiştir. Aklını kullanarak düşünen ve âdemleşen toplumlarda ise zaten kadın erkeğin erkek de kadının yanındadır hep.

Demokratik ve laik toplumlarda kadınlar, tek başına tam bir insandır. Âdem olma bilinciyle, cinsiyetlerinden ötürü yukarıda anlatıldığı gibi ne erkeğe emanet olmak ne erkeğin her türden şiddetine maruz kalmak ne de hiç kimse tarafından hakarete uğramak, aşağılanmak istemiyorlar. Hele sadece ve sadece, istendiğinde öttürülüp okşanacak kafesteki kuş hiç olmak istemiyorlar. Kadınlar toplumdan ve insanlıktan, gücü eline geçirmiş iktidarın ve iktidardan nemalananların bu çağdışı bu insanlık dışı saldırılarına karşı gelinmesini istiyorlar.

Atatürk demek ki boşuna “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi değildir” dememiş. Cumhuriyetin kanunları hallaç pamuğu gibi orasından burasından çekiştirilmeseydi, kim olursa olsun dini kendilerine kalkan ederek kadınlara bu düzeyde saldırma cesaretini kendilerinde bulmazdı. Bulanlar da hukuken bedelini ödedikten sonra tedavi altına alınırdı her halde.    

Özgecan,

Yozluktan erdeme giden süreçte insanlaşma evrimini tamamlamış bütün âdemiyetin canısın sen.

Sana acımıyoruz: Çünkü hiç kuşkun olmasın ki bilim kadar berrak bakışların, toplumumuzda baskılanan kadınlarımızın aydınlık geleceklerine uğurlanmalarında onlara yol gösterecektir.

Anamız avradımız olsun ki sana acımıyoruz: Çünkü tarih öncesi köpeklerce çekildiğin Çukurova deltasının sazlıklarında attığın çığlık, Türkiye’de kopmakta olan kıyameti haber veren sur olacaktır. Ölüye yatmış diriler duyacak ve uyanacaktır.

Sana acımıyoruz Türkmen Kızı: Çünkü acıma bütün soylu ahlakların en zayıf, en kırılgan dalıdır. Hâlbuki sen parazit sürülerince sağılmaktansa, evrenin sonsuzluğunda boy veren ve her dalında milyonlarca yıldız taşıyabilen tarihin ahlak ağacısın.

İnan ki canımızın acısı yine sana acıdığımızdan değil, içinde debelendiğimiz hastalıklı ve tehlikeli halimizdendir.

    :

    :

    :

    :

    "Âdemler ve diğerleri" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI