Usta beni de öldürsene

6 Mart 2015 - 17: 0
“… Sonunda o iyi insan da güzel atına bindi ve gitti. …”
 
Yaşar Kemal öldü.
 
Türkçe ve edebiyat, özellikle de Homeros’tan bugüne Anadolu’daki destan geleneği öksüz kaldı.
 
Ozan ruhlu bir öykü ve roman yazarı, militan ruhlu bir insan hakları savunucusuydu. Hatta yerine ve zamanına göre gerektiğinde bir aktivistti.
 
Öyküleri, romanları ve röportajları o kadar sevecendir ki yarattığı bütün eşkıyalar asildir, okuyucuda saygı uyandırır. Gerçek hayatta dahi insan, ahalinin sırtına böyle kene gibi yapışıp kanını emen yöneticilerdense, sadece kötülüğe kılıç çalan o tarz eşkıyaların adeta dünyaya hükümdar olmasını arzular.
 
Etnik kimliğini hiçbir zaman gizlemedi. Onun doğuştan gelen, korunması gereken ve en başında teslim edilmesi lazım gelen kendine ait kültürel bir hak olduğunu söyledi. Lakin etnik kimliği üzerinden ne sanat üretti ne de siyaset yaptı. Sanatın da siyasetin de etnik yapı ve inanç gözetilerek değil salt insan için yapılması gerektiğine inandı. Kim olursa olsun sözü insanaydı.
 
Yaşar Kemal, güzel günler görmeyi düşünenlerin vicdanıydı. İnsanı insan olduğu için kayıtsız şartsız sevenler onu çok sevdi. O bu sevgiyi hak ediyordu. Çünkü onu sevenler, insanı ve doğayı sevmeyi daha ziyade onun öyküleri ve romanları sayesinde öğrendi. İnsanlar sevginin yanında kardeşliği, barışı, özgürlüğü ve hakkı, özellikle de insan olmanın ve insan emeğinin hakkını hukukunu ondan öğrendi. İnsanın hayal gücünün ve yaratıcılığının kapasitesinin evren kadar sonsuz olduğunu da en çok ondan öğrendi.
 
Destansı, coşkulu ve heyecanlı üslubuyla Türkiye’de yaşayan hemen tüm kültürleri doğasıyla beraber arı bir Türkçe ile ve Türkçenin bütün kelimelerini kullanarak bize ve dünyaya en iyi o anlattı. Onun içindir ki Türkiye’de ve dünyada bütün toplum kesimleri tarafından sevilerek okunuyor. Dünya da bizi ve değerlerimizi onun gözünden görüyor ve daha da görecek.
 
Yaşar Kemal’in ailesi Van’dan Çukurova’ya gidiş mesafesinde batı değil de doğu yönünde yol alsaydı bugün İran’da Hakk’a yürüyecekti. Kuzeye çıksaydı Rusya’da, güneye inseydi Irak’ta aynı sona varacaktı. Aynı yoldan gidersek, Çukurova’ya geldiği için Türkçenin büyük ustası oldu. Diğer yönlere gitseymiş demek ki Farsçanın, Rusçanın veya Arapçanın usta kalemi olacaktı.
 
Ölümü, onun duygularını, düşüncelerini, sanatını gerçekten hissedenleri ve anlayanları yasa boğdu.
 
Yaşarken kendisine mesafeli duran, hatta karşısında olan lakin iktidarlarını halka şirin göstermek maksadıyla kimi zaman onu ve düşüncelerini kendi siyasi emellerine alet etmek için ideallerini paylaşıyormuş gibi görünenler de bakıyoruz ki yüzlerine üzgünlük maskesi takmışlar.
 
O bir Cumhuriyet aşığı ve Atatürk hayranıydı. Osmanlı gericiliğini hiç sevmedi. Bunu bilen ancak Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in bu millete getirilerini kökten yok sayan Osmanlı sevicileri, üzüntülerini beyan etseler de, ne Osmanlı hanedanlığından ne de Türkiye Cumhuriyetinden zerre kadar hazzetmeyen Suudi Kralına hak etmediği halde gösterdikleri ihtimamı ona göstermediler. Yediden yetmişe onu bağrına basan ve Homeros’u, Köroğlu’nu, Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Nazım’ı yetiştiren destanların kültürlerin harman olduğu ülkemizde bir günlük yas bile ilan etmediler. Gabriel Garcia Marquez’e çok büyük saygımız var. Öldüğünde Kolombiya’da üç günlük yas ilan edildi. Ölümüne üzülsek de ülkesinde ulusal yas ilan edilmesine, bizim gibi onun bütün dünyadaki sevenleri memnun kaldı. Suudi Kralı yerine keşke onun yasını ilan etseydi hükümetimiz. Başka yöneticiler sınırları aşan değerlerini önemsiyor da bizim yöneticiler belki de daha fazlasını hak ettikleri değerlerini neden önemsemiyorlar acaba?
 
Onu anlamayan, onu yargılayan, onu hapse atan, onu sevmeyen bilmezler tarih önünde ve onun ebedi büyüklüğü karşısında ne eder bilemeyiz. Ancak ilânihaye herkesin onu sevmesini beklemek de nafile tabi. Zira Kürt olduğu halde “Ben bir Türk yazarıyım” demesine, Türk yazar olmasına rağmen Kürtlerin kültürel haklarını savunmasına, inançlı bir Müslüman olduğu halde seküler ve evrensel düşünmesine kızanların sesleri toplumumuzda duyulsa da bunların hiç biri Yaşar Kemal’in büyüklüğüne ve haklılığına asla gölge düşüremeyecektir.
 
Askeri darbe ile iktidara gelenler İnce Memed’in ünlü yönetmen Peter Ustinov tarafından Çukurova’da çekimlerinin yapılarak sinemaya uyarlanmasına izin vermedi. Otuz yıl sonra ise dünyanın en ileri demokrasisi dedikleri sivil darbe ile iktidara yapışanlar Teneke’nin kütüphane raflarındaki yerini almasına izin vermiyor.
 
Şimdi bütün bunların üstüne Yaşar Kemal’e “Usta beni de öldürsene” demeyip de ne demeli?

    :

    :

    :

    :

    "Usta beni de öldürsene" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI