Ödev Ahlakı

14 Ocak 2015 - 14:33
…Dünyanın halleri böyledir işte! Kimi zaman kimi yerde birileri her hangi bir konuda “Buyruğumdur: bu budur, şu şudur, o iş öyle değil böyle olacaktır” der, öyle olur. Düdüğünü öttürebildiği sınırlar içerisinde canlı cansız her şey kendi mülküymüş gibi arzuları istikametinde şekillenir, toplumun yaşantısı da dâhil. Bir Kızılderili obası ya da Afrika köyü ile ilgili söyleseydik amenna; teamülleri icabı kabile veya köyün reisi ne derse o olur der geçerdik. Lakin söz konusu olan, en az bin yıllık devlet geleneği bulunan Türkiye Cumhuriyeti olunca işin rengi değişmektedir.

Devletleri devlet yapan, kurumlardır. Şekillendiren ve ona güç katan da kanunlardır. Kültürler de süregelen zaman içinde karşılıklı saygı çerçevesinde insanların özünden damıtılmış ve toplumun canlılığına, devletin varlığına estetik anlam katan yüce değerlerdir. Denizin her dalgasında yeniden ve her seferinde farklı şekillerde kurulan kumdan kaleleri bahse konu etmiyoruz. Kastımız, insanlık onuru kadar sağlam, açık alınlar ve dik ve ağır başlar üzerinde kurulan, hakka dayalı düşünce güçleri ile korunan devletlerdir. Bu saygın devletlerin kurumları, kanunları ve kültürleri beş yüz ile bin yılda ancak oluşabilen bir santim kalınlığındaki verimli topraklar gibidir. O ölçüde ve o önemde korunmaya ihtiyaçları vardır.

Bu kafa ile Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, kanunları yapıldı, kurumları oluşturuldu. Zor veya kolay, bunları başarmaya muktedir kültürü de vardı çok şükür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Kabine, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi yargı kurumları, Türk Silahlı Kuvvetleri, Polis, Üniversiteler, Merkez Bankası gibi belli başlı ve daha birçok kurum… Bu kurumların görev ve sorumlulukları kanunlarla belirlendiği için her kurum yerini ve haddini bilir, bir başkasına vesayet etmez. Etmeye çalışan olsa da onun da demokrasi içinde önüne geçilir.

Kurumların, maldan hizmete bilgiden teknolojiye ürettiği değerler ölçüsünde devlet gelişir, iyileşir. Kuruluş amacından saptırıldıkları takdirde ise devletin kurumu olmaktan çıkıp vasisinin hizmetinde ve her konuda bir muhaberat örgütü gibi çalışırlar. Böyle durumlarda müneccimlik kurumu peydahlansa da şaşırmamak lazımdır. Demokrasinin olmazsa olmazı sadece sandık değil bu ve devamındaki kurumların varlığı, sürekli daha muhkem yapılandırılması ve bunların demokrasinin doğasına uygun bir uyum içinde işleyişidir. Bir vücudun uzuvları gibi hepsi birbirine karşı sorumludur, birbirinin tamamlayıcısıdır. Velev ki bir kurum birine vesayet etmeye çalışıyor; bu bahane ile demokrasinin işleyişine toptan son vererek devletin tamamı ne bir kurumun ne de bir kişinin vesayeti altına alınamaz.

Yalnız, devleti oluşturan kurumların birer birer dönüşüme uğrayarak özerkliğini yitirdiklerine şahit olmaktayız. Bunları bu kadar çaresiz kılan etmenlerin ne olduğunu halkın bir kısmının bilmemesi, aleyhteki bu sürecin işleyişini daha da kolaylaştırmaktadır. Endişe odur ki halk uyandığında bu kötü gidişatın geri dönüşü zor bir safhaya varmış olmasıdır. Zaten keyfi yönetimlerin olduğu ülkelerde devletin demokratik kurumları işlevsiz bırakılır. Yerine, halkın tamamına değil, belli bir zümreye hizmet eden yanaşma kurumlar ihdas edilir. Belki en azından buna şahit olmamak için, bugünün, akılların en iyi kullanılması gereken gün olduğunun bilinmesi gerektiğidir.

Yine bir vücut gibi devlet de her zaman kontrol edilebilir olmalıdır. Aksi halde ömrü kısa olur. Hele yönetimler! Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı gibi ya infilak eder ya da Arap Emirlikleri gibi çürür. Demokrasilerdeki bu denetim mekanizmasının adı yargıdır. Yargı, yapılanların kanunlara ve hukuka uygun olup olmadığını ölçer. Hukuk evrenseldir ve her zaman herkese lazım olduğundan, bireyler ve kurumlar hukukun üstünlüğünü öncelikli geçerli kural bilmelidirler.

Türkiye Cumhuriyeti en az Fransa’nın ki kadar insan derisi ile kaplı anayasası olan bir kanun devletidir. Yasa koyucular da dâhil kanunlar karşısında herkes eşittir. Ancak bir kısım insanların yargılanma usulleri farklı olabilir, bu, kişinin şahsından değil temsil ettiği kurumun başında bulunuyor olmasından ötürü yapılan yargılama yöntemidir. Buna rağmen, bin yıllık orduların genelkurmay başkanı, yetkisiz mahkeme tarafından terörist başı olarak suçlu bulunup, yıllarca hapsettirilip, sonra da pardon denilerek tahliye edildiği gibi, bazı kabine üyelerinin sülale boyu yolsuzluk yaptıkları ayan beyan ortada iken, ilgili ve yetkili mahkemenin önüne gitmesi her türlü savsaklanabiliyor. Bunun başlıca nedeni, kurumlar arasındaki eşgüdümü hakkıyla yapan sağlam bir iradenin olmayışıdır.

Sağlam irade, halkın egemenliğini çalarak devletin başına geçme becerisi değildir. Sağlam irade, Sümer’den Mısır’a, Yunan’a oradan Avrupa’ya geçerek Immanuel Kant’ın söyleminde yerini bulan insanın içindeki ahlaktır. Yani iyi niyet ahlakıdır. Yani ödev ahlakıdır. Ödev, hiçbir çıkar veya beklenti içerisine girmeden yerine getirilen buyruktur.

Yasalara uymamak sorumsuzluktur, suçtur. Ayrıca ahlaki de değildir. Onun için kötü de olsa yasalara uyulması gerekir. Ancak kötü yasaların iyilerle değiştirilmesini mümkün kılacak mücadelenin verilmesi de aynı ölçüde ahlakidir. Yani kötü yasalara uymak değil, kötü yasaları iyileriyle değiştirme mücadelesi vermemek ahlaksızlıktır. Bu mücadele de ancak düşüncenin özgür bırakıldığı ortamda verilebilir. İşte demokrasilerde yönetimler bu iklimi oluşturmak üzere işbaşına gelmeyi gaye edinirler. Buradan, söylenenin tersine, bireylerin düşünmesine ve kurumların işlemesine özgürlük vermeyen, salt kendi çıkar ve beklentileri uğruna iktidar olmayı amaçlamanın belki de en büyük ahlaksızlık olduğu sonucunu çıkartabiliriz.

Özgürlük olmayınca ne olur? Özgürlük olmayınca ülkemizde olanlar olur; toplumun kendine güveni kalmaz, değerler alt üst olur; yalan ve yolsuzluk gibi aşağılık değerler yükselen değerler olurken, dürüst, namuslu ve erdemli olmak, emeğe, düşünceye, bilime, inanca, öğrenme ve yaşam hakkına saygılı olmak gibi yücelikler de alçalan, hatta ayaklar altına alınan değerler haline gelir. Hele toplumsal yaşamın en iyi örgütlenmiş hali olan kurumlar, başlarındakilerin iktidara sırnaşmaları yüzünden yozlaşırlar ve topluma hizmet edemez hale gelirler.

Dolayısıyla bir memlekette iktidara sahip olanlar, insanlar ve kurumlar arasında kendisine isteğince taraf olmayanı bertaraf etme gayretinde iseler, o memlekette güneş batıyor demektir. O zaman o memleketin namuslu insanları durup düşünecek, aklını kullanacak, nerede hangi hatayı yaptığını anlayacak ve yaptığı hatayı düzeltecek cesareti kendilerinde bulmak zorundadırlar. Yoksa evet yoksa aklını kullanmadıklarından dolayı Allah üzerine pislik yağdırır ve ne iktidarın yaydığı karanlıktan ne de Allah’ın verdiği fecaatten kurtulamazlar.


    :

    :

    :

    :

    "Ödev Ahlakı" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI