13 Haziran 2016 - 08:54
Düşünen bir varlık olması nedeniyledir ki öldükten sonra da sağken aklını kullanarak yaşamış insanların söyledikleri ve yaptıkları tesirini aynı şiddette devam ettirir.
Muhammed Ali gibi!
Muhammed Ali öldü. Ama ruhu kelebek gibi uçmaya, arı gibi sokmaya bundan sonra da devam edecektir. Ölümü, “Bir garip ölmüş diyeler” dedirtmedi. Evet, aslında o bir garipti ancak erdemli, inançlı ve ilkeli bir garipti.
Müslüman oldu ve yirmi iki yaşına kadar Cassius Marcellus ismiyle bilinen aidiyetini terk ederek, Muhammed Ali adını yakıştırdı yeni kimliğine, ya da o isimlere yakışmayı hak etmek için yeni bir yaşam biçimi seçti kendine. Ve bir simyacı gibi mefkûresine ulaşmak için kendince tayin ettiği yola koyuldu.
Kimi tekme atar, kimi tükürür yüzüne, mefkûresine giden yol üzerindeki cellâdın, namussuzun, hainin. Muhammed Ali de yumruklarıyla etini haşlamış, kemiklerini kırmış olabilir meslek alanındaki rakiplerinin. Lakin aklıyla ve vicdanıyla desteklediği yumruklarının hepsi, işin özünde karşısına çıkan hukuksuzların, ahlâksızların, arsızların, kul hakkı yiyenlerin, diktatörlerin ve siyasal dincilerin mendebur yüzünde patlamıştır.
O bir Kuran Müslüman’ıydı. Bütün söylediklerinde ve yaptıklarında olduğu gibi inancında da samimiydi. Bundan ötürü her alandaki mücadelesini meşru zeminde verdi. Yengileri de yenilgileri de tıpkı Muhammed ve Ali’nin ki gibiydi. Amerikan vatandaşı olması nedeniyle salt Vietnam’da uygulanan barbarlığa karşı durmakla kalmadı. İnandığı İslam’ın, vaat ettiği barışın ve huzurun tüm dünyada bir karşılık bulmasının umudu ve çabası içindeydi.
İlmin şehri Muhammed’in ve kapısı Ali’nin değerlerini özümsedi. Kendisini onlarla özdeşleştirdi. Onlar gibi de yaşadı.
Muhammed Ali’yi kendisi yapan biraz da Amerikalı olmasıydı. Gerçeği söylemek gerekirse; Amerika gibi en azından kendi içinde demokratik olan bir ülke yerine Müslüman bir ülkenin vatandaşı olsaydı, zor kendisi olurdu.
Hz. Peygamber öldüğünde, cenazesi üç gün yerde kaldı. Yanında bir tek Hz. Ali vardı. O güne kadar onunla olmayı kendince gaflet bilenler, bir daha kaybetmemek üzere iktidar olmanın, İslam dinini de himayesine alıp kendilerince yeniden şekillendirmenin ve anlamlandırmanın koşuşturması içine girdiler. Peygamberin ölümü ve öğretisi değil, Peygamberden önceki saltanatlarına yeniden kurulmaktı onlar için önemli olan.
Ortadoğu’da yaşanan taht ve iktidar kavgaları, belki de o günden kalma bir gelenektir.
Hz. Ali öldü(rüldü)ğünde ise o zamanki İslam halifesi Muaviye, Muhammed’in, babası Ebu Süfyan ve yandaşlarından Kuran’ın gücüyle ve şiddete dayalı aldığı iktidarı yeniden ele almış olmanın ve bu iktidarın önünde Muhammed’den sonraki en büyük engelin de ortadan kalkmış olmasının sevinciyle Şam’da davullar çaldırıp şenlikler düzenledi. Şeker şerbet dağıttı. Bu gelişmeler Ramazan ayında oldu. Dolayısıyla siyasal İslam dinciliği sokulduğundan beri, Ramazanda ülkemizde de benzer ritüellerin uygulanıyor olması biraz da bundandır.
Ayrıca Türk halkının kültürüne yerleşmiş bulunan “Şam Şeytanı” terimi Muaviye’ye atfen söylenir. Çünkü hile yaparak iktidara gelmiş, halife olmuştur. “Ne Şam’ın şekeri ne de şeytanın yüzü” de Ali’nin ölümü ile iktidarının garantiye alınmasının şerefine dağıtılan erzak paketlerini Muaviye’nin veya memurlarının elinden almayı kendine zül bilen onurlu insanların ürettiği bir terimdir. O günden beri Horasan’dan Arnavutluk’a, tüm Türk dünyasında bu özlü sözler söylenegelmektedir.
AKP döneminde bu özlü sözlerin anlamı ve etkisinin neden unutturulmaya çalışıldığı, üzerinde ciddi şekilde durulmasını gerektiren bir konudur.
Bir de AKP iktidarı Suriye’nin bölünmesi için başlatılan iç savaşa çanak açtığında, “Esad’ı devirmek iki bilemediniz üç saatlik bir iştir. Ondan sonra Allah’ın izni ile Şam’ı şerifteki Emevi camisinde Cuma namazımızı eda ederiz” demişti o günün dışişleri bakanı, bugünün azledilmiş başbakanı.
Peki, İslam halifesinin bulunduğu yer diye ‘şerif’ deniliyorsa Bağdat, Kahire ve İstanbul’da da her birinde yüzyıllarca halife bulundu. Buralara neden kutsallığı sembolize eden ‘şerif’ unvanını eklemiyorlar?
İslam’ı kendi iktidarına payanda ederek Şam şekerinin ticareti ve siyasetiyle palazlanan, asıl kutsal kent Mekke’yi defalarca yakan, yıkan ve talan eden, Kuran’ın manasını ve Peygamberin soyunu yeryüzünden silmeye çalışan Muaviye’ye olan sevgi demek ki bu topraklarda da yeşermiş!
Muhammed Ali 1975’ten itibaren Türkiye’de tanındı, sevildi. Her yenilgisi büyük üzüntü, her galibiyeti büyük sevinç yarattı. O hiçbir vakit şöhretinin esiri olmadı. Bilakis salt şahsi gayreti ile ulaştığı şöhretini, dünya barışına katkıda bulunmasını sağlayacak bir sertifika olarak kullandı. Bu nedenle insanlık için attığı her adım, onu yüceltti.
Her fani gibi Muhammed Ali de öldü. Türk halkı sağlığında onu dünya demokrasisine, insanlık onuruna büyük değerler katma çabasındaki bir insan olarak bağrına basmıştı. Ölümüyle de onu erdemli bir mümin olarak sonsuza kadar kalbine gömdüğünü tahmin ediyoruz.
Ancak tıpkı adını ve andını aldığı Muhammed ile Ali’nin ölümünde olduğu gibi, bir gün birileri ölüsünden kendisine nüfuz devşirmeye kalkacak deselerdi herhalde kimse inanmazdı. Ne acıdır ki Türk insanı onu da gördü bugün: Tayyip Erdoğan ailesini ve şeyhülislamını alıp ta Amerika’lara Muhammed Ali’nin taziyesine gitti. Lakin kendi inanç biçiminin, kültürel ve insani değerlerinin, dünya İslam liderliğine oynayan keskin ihtiraslarının matematiği onlarınkiyle uyuşmayınca küsüp geldi.
Anadolu’da ölüm olduğu zaman dosttu düşmandı, seviyordu sevmiyordu denmez. ‘Ölüm hiçbir şeye bakmaz’ denilerek taziyelere gidilir. Dünyada da galiba böyledir. Fakat cenazelerde mümkün olduğu kadar ön plana çıkmak gibi abartılı davranışlardan kaçınılır. Hele bu farklı bir kültürün cenazesiyse daha da dikkatli olunur. Küslük ise hiç olmaz.
Dünyanın her yerinde Türkiye ve Suudi Arabistan’daki gibi hesabına geldiği şekilde davranabileceklerini sanıyorlar galiba! Suudi kralının cenazesi olsa, iktidarlar aynı meşrepten oldukları için ülkede üç gün değil on üç gün yas ilan edilse de kimse bir şey demiyor artık. Ya da kendi iktidarları uğruna, sürdükleri kardeş kavgasında canını verdikten sonra, ‘mertebelerin en yükseğine çıktılar’ dedikleri şehitlerin tabutuna dirseklerini koyarak, zaman mefhumunu unutup siyasi nutuk atsalar da kimse bir şey demiyor.
Ama orası Amerika! O cenaze de kalpten Kuran’a ve İslam’a bağlı Muhammed Ali’nin cenazesi. Amerikan devlet geleneğinin, Amerikan Müslümanlığının ve Amerikan demokrasi kültürünün yetiştirdiği önemli bir insanın cenazesini, hem basit hem çirkin siyasi menfaatlerinize alet etmenize izin vereceklerini mi bekliyordunuz?
Buna ek olarak; Türkiye’de hemen her gün yaşanan akıl almaz rezaletlerin hiç birini ‘Görmeyen Mehmet’, dünyada iğnenin ucu kadar demokratik siyasi sorumluluk taşıyan hiçbir kimsenin, mecbur kalmadıkça artık Tayyip Erdoğan ile aynı fotoğraf karesinde yer almak istemediğini bilmiyor olabilir!
Ancak Allah’ın bütün dilleri bildiğini, insanlar nerede dua ederlerse etsinler kendisi için dua ettikleri kişi nerede ölmüş olursa olsun o duanın onun ruhuna gideceğini, ayrıca ölmüş birinin cenazesini veya din adamının o cenaze merasiminde okuyacağı duayı dünyevi çıkarlarına alet etmenin ahlâken ayıp dinen günah olduğunu bilmek, bilmeyene ya da bilmezlikten gelene de hatırlatmak zorundadır.