Avukat Fidel Okan'dan AKP itirafı

Seçim gündemi yerini koalisyon görüşmelerine bıraktı. AKP’ye yakınlığıyla bilinen avukat Fidel Okan AKP’nin oy kaybının nedenleri ile ilgili açıklamalarda bulundu.


Partinin ciddi bir özeleştiri sürecine girmemesi halinde daha da eriyeceği öngörüsünde bulunan Okan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a karşı antipatinin de artacağını savundu.

17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları sürecinden sonra yapılan hatalara da değinen Okan, sözü ‘yandaş medya’nın ve sosyal medyadaki ‘AK Troller‘in tutumuna getirerek, ‘Sümeyye Erdoğan’a suikast’ gibi haberlerin AKP’ye verdiği zarara değindi.

Koalisyon seçenekleri ve erken seçim ihtimalini de değerlendiren Okan, “Türkiye erken bir genel seçime gidecekse bu kesinlikle AK Parti hükümetinin götüreceği bir genel seçim olmayacak” dedi.

AKP’ye yakınlığınızla biliniyorsunuz. 7 Haziran seçimlerindeki 10 puanlık kaybı bekliyor muydunuz?

Birincisi şu; Evet ben AK Parti’ye yakınım. Ancak AK Parti son dönemdeki politikaları nedeniyle benden epeyce uzaklaştı. Buna üzülüyorum ve bazıları tarafından yanlış da anlaşılsa dostça uyarılarda bulunarak eski ilişkimizi yeniden kurmaya gayret edip AK Parti’yi 2002’li yıllarına dönmesi konusunda dürtüyorum.

Oy kaybı meselesine gelince; beklediğim bir kayıptı. O yüzden şaşırmadım. Hatta bunu üç ay önce farketmiştim. Farkedilmeyecek gibi de değildi. Zira hata üzerine hata yaptı AK Parti! Adeta kaybetmek için çalıştı!

‘Dört bakanın yargılanmaması bize gurursuzluk yaşattı’

Ne yaptı da kaybetti AKP?

Kayıp aylar evvel başladı. Başlangıç noktası da 17-25 Aralık soruşturmalarıdır. Ancak yanlış anlaşılmasın bu soruşturmalarla ilgili ilk duruşu ben de destekledim. O zamanlar memleketin bekasıyla ilgili bir mücadele söz konusuydu. Yolsuzluk üzerinden hükümeti alaşağı etmeye, Erdoğan’ı siyaset sahnesinden silmeye dönük bir darbe girişimi olarak değerlendirdik. Ve dedik ki; ‘Biz önce bu darbe girişimini def edelim, sonra da söz konusu yolsuzluk iddialarını enine boyuna ele alalım’. Beklenti gerçekten buydu. Bu yüzden de Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuna kadar bu meseleyi kasaya koyup kilitlemiştik.

Ancak seçim bittikten hemen sonra hükümet hepimizi, kendi tabanını bile şoke eden bir karara imza attı. Önce savcılık 17-25 Aralık dosyalarına takipsizlik kararı verdi. Sonra da AK Parti o dosyalarda adı geçen bakanların Yüce Divan’a gönderilmemesi yönünde karar aldı ve Meclis’ten bu kararı çıkarttı. İşte ben orada koptum!

Nasıl bir kopuş oldu? Ne yaptınız sonraki süreçte?

Ben 17 Aralık dosyasına takipsizlik verildiği gün çok sert bir tweet attım ve dedim ki; ‘Bu dosyanın kapatılması bir hukuk cinayetidir. Kapatan savcı için de kara bir lekedir’

Sonrasında da Yüce Divan’ı bekledim. O bakanların Yüce Divan’a çıkıp hesap vereceklerine inanıyordum ve bu şekilde AK Parti’yi bu lekeden kurtarıp bizlere bir gurursuzluk yaşatmayacaklarına inanıyordum. Hatta Yüce Divan komisyon kararına kadar o yönde tweetler attım. Komisyonun kararının verilmesinden sonra en büyük hayal kırıklığını ben yaşadım. Ve o kadar sinirlendim ki ‘Reza’nın önüne yatan da saati takan da kediymiş‘ dedim. Aynı gün görüş almak için arayan A Haber’e bağlanıp çok sert bir dille kararın yanlışlığını anlattım. Bu yüzden de zaten kanal yönetimiyle ayrı düştük. Sosyal medya hesabımı takip edenler ve o gün A Haber’deki beş dakikalık yorumumu dinleyenler bunu bilir. Bilmeyenler de önyargılı davranıp bana büyük haksızlık yapıyor!

SÜMEYYE ERDOĞAN'A SUİKAST ŞİZOFRENİK BİR DAVA

Kabataş meselesi ve Fuat Avni’nin Twitter’dan Sümeyye Erdoğan’ın öldürüleceğine dair gönderdiği iddia edilen DM meselesine dair bir çıkışınız olmuştu…

Allah kalbimi biliyor, ben inanmadığım hiçbir şeyi söylemedim. Kabataş konusuna girmek istemiyorum artık. O konuyu bir daha konuşmak istemem. Ancak ben olayın doğrusunu öğrendikten sonra bu konuda aldatılan, yanıltılan partililer, devlet yönetimi, gazeteciler en azından bir sağduyu çıkışı yaparlar da sürekli ıstılıp ısıtılıp muhafazakar ve dindar kesimi rahatsız eden bu konuda kapanmış gitmiş olur diye düşünmüştüm.

AK Parti de bu mesele yüzünden kendisine nefret besleyen kesimleri kucaklar, toplumsal anlamda bu kutuplaşmanın önüne geçer dedim. Ama olmadı ve orda da AK Parti sağduyuyu kaybettiği için puan da kaybetti.

Peki Fuat Avni DM olayı, devlet yönetimi aldatılmış mıydı?

Aynen öyle. Bakın bunu ilk kez söylüyorum. Olay gazetelere yansıdıktan sonra meseleyi araştırdım. İsimlerini vermek istemem ama bu işi soruşturan birimlerden aldığım net ve kesin bilgilerdir. O olayda da şizofrenik bir vaka söz konusu. Tıpkı Kabataş’taki gibi. Ama bundaki gerçekten şizofren!

Şizofreni ilaçları kullanan bir hacker’dan çıktı

Nasıl yani?

Ağır şizofreni ilaçları kullandığı ortaya çıkan bir genç süper hacker diye tanıtılmış ve o uydurma DM yazışmalarını bulduğunu söyleyip sözüm ona ortaya çıkarmıştır. Sonrası zaten malum. Tam bir rezalet!

İşin kötüsü ben orda o kadar sert bir müdahalede bulundum ki, o gazeteler o DM yazışmalarını yayınlamış olsa idi kendisine inanan bir kitle vardı ise onu da tamamen kaybedecekti. Çünkü o DM yazışmalarının devamı komik değil korkunç komikti. Burada mesele şu; yalan olduğu kesin olan tamamen düzmece bir olayla ilgili Müslüman kesimi olayda adı geçen şahıslara saldırtırsanız, bir günaha o insanları da ortak etmiş olursunuz.

Sonradan ortaya çıktığında da bunu halka anlatıp helallik istemeniz gerekir. Çünkü insanlar sizleri okuyup olayda adı geçen şahıslara her türlü hakareti yapabilirler. Dolayısıyla bunun vebali de büyüktür. Helallik almadan da kapanmaz.

AKP’nin 10 puan kaybının temel sebebi olarak bunları mı görüyorsunuz sadece?

Tabii ki değil! En büyük kaybı asıl davasında verdi!

Bütün Kürtleri küstürdü

Neyi kastediyorsunuz?

Kürt Sorunu ya da başka bir deyişle Demokratik Açılım. Seçim sürecinde izlenen yanlış siyaset anlayışı nedeniyle AK Parti onca zamandır kendisine oy veren, gönül veren neredeyse bütün Kürtleri küstürdü ve kaybetti!

‘Milliyetçi oylar için devrim niteliğindeki adımlar çöpe atıldı’

Nasıl asıl dava oluyor bu?

Şöyle oluyor; AK Parti’nin icraatçı kimliği tartışılmaz. Bir de demokratik açılımlarda sergilemiş olduğu tutum. Benim TSK’ya bağlılığım ve onlarla olan ilişkim ilgilisi olan herkes tarafından bilinir. Özellikle şehit aileleri, gaziler ve askerlerle ilgili yaptığım çalışmalar bellidir. Ben meseleye empatiyle yaklaştım. Gazilerin, şehit ailelerin de oradaki halka düşmanca bir yaklaşım sergilediğine şahit olmadım. Ancak ben o coğrafya insanının sorunlarını, dertlerini ve neler çektiklerini de çok iyi biliyorum.

Çünkü ben bir Kürt’üm ama Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü her platformda da savunmuş bir kimseyim.

Bu günaha ortak olamazdım

Peki ne oldu? Yanlış ne burda AKP açısından?


Seçim sürecinde izlediği politika o kadar yanlıştı ki, bunun içinde olup destek vermek bir günaha ortak olmak olurdu benim için. Özellikle HDP’lilere yönelik o kin dolu, nefret dolu yaklaşım beni irrite etti. Sosyal medyada yapılan paylaşımlara bakın. Bütün HDP’lileri bölücü gibi, dinsiz, imansız gibi terörist gibi gösteren yaklaşımlara bakın ne demek istediğimi anlarsınız.

Ben bir demokrat olarak kırıldım. Bir Kürt evladı olarak kızdım. HDP’li olmamama rağmen öfkelendim. Çünkü sosyal çevremde etrafımda HDP’nin barajı geçip bir Türkiye partisi olması yönünde gönlünden geçiren çok insan vardı. Onlara terörist, dinsiz ve daha onlarca hakareti layık gören politika asla benim desteklediğim bir partinin politikası olamazdı.

AK Parti de en büyük kaybı rakamlardan da anlaşıldığı gibi burada verdi. Erdoğan’a gönül bağı olan, onun Kürt realitesinin kabulü için, kardeş kavgasının bitmesi yönünde gayretleri için gönül borcu olan ve 13 yıllık iktidarı ve Cumhurbaşkanlığı dahil bütün seçimlerinde ondan yana tavır alan bütün Kürtler küstü.

Niye?

HDP’li olmasalar da onlarda benim gibi kırılganlık yaşadılar ve etki tepkiyi doğurdu ve yanlış bu politika yüzünden AK Parti’ye oy veren dindar dahil bütün Kürtler sırtını döndü. Ben buna çok üzüldüm. Erdoğan ve ekibi aslında bunu haketmiyordu. Çünkü ‘Demokratik Açılım’ başlığı altında gerçekten olağanüstü işler yapmışlardı. Birileri de hatta bu yüzden Erdoğan ve kurmaylarını vatan haini şeklinde yaftalayarak bileğine kelepçe takmaya çalışmıştı.

Ben o zaman da bir duruş sergiledim. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Kürt sorununun çözümünde izlediği yol haritası nedeniyle bir gecede yok edilmeye çalışılmasına o gün de tepki verdim. Gerçekten haklarını teslim etmek lazım. Bu konuda çok iyi bir strateji izlediler… Ama bu seçimde milliyetçi oyların geri dönüşünü sağlamak adına bütün emeklerini, çabalarını, o devrim niteliğindeki bütün adımları bir torbaya koyup çöp tenekesine attılar. Bu sadece benim analizim değil, yandaş olsa da yalaka olmayan bütün aydınların, demokratların analizidir. Yandaş ama vicdanlı olan herkesi son seçimde izlenen politika rahatsız etti ve biliyorsunuz çok büyük kopuşlar oldu.

Bazı ‘AK Trol’lerin de artık önünü kesilmeli

Peki bu kopuşlar tamir edilebilir mi? Yani dindar Kürtler ve demokrat liberaller AKP’ye geri döner mi?

Döner ama AK Parti’nin çok ciddi bir özeleştiri yapması lazım! Tabanına çok net biçimde dönüp; “Biz yanlış yaptık arkadaşlar” diyebilmeli ve sosyal medyadaki Erdoğan ve Davutoğlu’nun fotoğrafını kullanan ve muhalif herkese küfürler savuran bazı ‘AK Trol’lerin de artık önünü kesmeli!

Önünü kesmeli diyorum çünkü; bu küfür ve hakaretlere maruz kalanlar bu küfürleri Erdoğan ve Davutoğlu etmiş gibi hissediyor. İçerinde büyük bir nefret oluşuyor. Aynı hesapların küfür ve hakaretlerden sonra, yaptıkları başka paylaşımlar da hükümete yakın kalemlere dizdikleri methiyeler ve kullandıkları dini argümanlarda büyük bir yozlaşmayı beraberinde getiriyor.

Ak Parti bunu nasıl göremiyor anlamak mümkün değil.

Özetle; AK Parti fabrika ayarlarına geri dönmeli. Kolay değil bu çünkü çok kalp kırdılar ama ben yine de umudumu yitirmiyorum ve gerçekten tüm iyi niyetimle başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AK Parti’nin tüm ileri gelenlerine sesleniyorum; ‘Bu son politikayla adeta kendinizi, demokratça yaptıklarınızı inkar ettiniz! Bu inkardan lütfen dönünüz.’

Çünkü gerçekten de AK Parti mevcut siyasetin lokomotifi. AK Parti vazgeçerse çözüm süreci biter ve yeniden bu topraklarda kan akmaya başlar. Kardeş kardeşi yeniden öldürmeye başlar. Bunun sorumlusu olmamalı AK Parti. Bu kadar!

ERDOĞAN TARAFSIZ KALAMADI

Daha önceki değerlendirmelerinizde AKP’nin tek başına hükümet kuramayacağını söylemiştiniz ve haklı çıktınız. Bundan sonrasına dair değerlendirmeniz nedir?

Evet durum iç açıcı değil. Gelecekte bizi bir kaosun beklediği gerçek ve biz bu gerçekle artık yüzleşmek zorundayız. Türkiye tek partili iktidar dönemini yitirdi. Erken seçim de olsa artık bu tablo kolay kolay değişmez. Çünkü insanlar ekonomik kaygıları artık bir tarafa bıraktı. Son dönemdeki siyaset, toplumu kutuplaştırdı.

Kabul etmek gerekir ki sayın Erdoğan’ın toplumda bir sempatisi var ancak bu sempati son dönemde azaldığı gibi kendisine karşı çok ciddi bir antipati oluştu. Bunun çok çeşitli nedenleri var. Hepsini tek tek saymanın manası yok. Cumhurbaşkanlığı süresince olaylara tarafsız kalamadı. Bu bir gerçek, inanın çok yakından tanıdığım AK Partili dostlarım, yöneticiler de kabul ediyor. Hatta dillendirmiyorlar ama mitinglerinin AK Parti’ye puan kaybettirdiğini düşünüyorlar. Kullandığı dilin fazlaca incitici olduğu yönünde yaygın bir kanaat var.

Ve gerek kendisi, gerekse tabanda ‘Reisçi‘ olarak tabir edilen bir kesim, onu Türkiye’nin lideri değil de sadece AK Parti’nin lideri pozisyonuna hapsetti. Hatta bakınız AK Partili bir başkan, seçimler öncesi bir açıklama yaptı ve ‘İlk kez bir seçime lidersiz giriyoruz’ diyerek Davutoğlu’na büyük terbiyesizlik yaptı. İşin ilginci bir başka yönetici çıkıp da ‘Ya arkadaş sen ne diyorsun? Bizim liderimiz artık Davutoğlu‘ diyemedi. Parti içi disiplin sürecini başlatmadı.

Davutoğlu’na en büyük zararı AK Parti içindeki yanaşmalar verdi. Bakınız, Bülent Arınç çok eleştirildi. Ama bence kimse Bülent Arınç’ı anlamak istemedi. Çok tecrübeli bir siyasetçi. Bence yaşanacakları önceden gördü ve önlem almaya çalıştı. Diğer siyasetçiler gibi Arınç’ın da eleştirilecek çok yanı vardır. Ben de zaman zaman eleştirdim ama Arınç, asla kötü niyetli bir insan değildir, bence onun tek sorunu AK Parti’yi bazı kibirlilerden daha çok sevmesidir. Arınç anlaşılabiseydi, Davutoğlu bu durumlara düşmeyecekti.

Gelinen noktada toplumda Erdoğan’ın sadece AK Parti’nin Cumhurbaşkanı olduğu hissiyatı oluştu. Erdoğan sevenlerin sayısı azalırken nefret edenlerin sayısı sevenlerin önüne geçti. Bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekiyor.

Seçimlere gelince Davutoğlu, mitinglerde çok büyük risk aldı. Türkiye’nin yasal partilerini bir çete gibi insanlara sundu. Hatta daha da ileri giderek bu ‘legal görünümlü illegal çetelerin‘ her birinin ayrı bir uzantısı olduğunu halka anlattı. Bu partilerin son derece tehlikeli yapılar tarafından kontrol edildiğini söyledi. Özellikle HDP’ye yönelik aşırı söylemleri, yanaşma yazarlar tarafından kin ve nefret söylemleriyle AK Parti’ye ulaştırıldı. Sonuçta birkaç ay önce el ele verdikleri HDP terörist ilan edildi.

HDP ‘koalisyona varım’ dese AK Parti üzerine atlayacak durumda kaldı

İşte bakınız, gelinen noktada bugün HDP ben koalisyona varım dese AK Parti üzerine atlayacak durumda kaldı. Peki böyle bir şey gerçekleşse HDP’yi terörist ilan eden ve böyle doldurulan tabanda nasıl karşılık bulacak? Bu ihtimal gerçekleşse bu insanlar aynaya bakıp bu iki yüzlü siyaset anlayışının getireceği travmayı nasıl atlacak? Biraz durup düşünmek lazım.

Bütün bunlar AK Parti’nin sağduyulu seçmeninin gözünden kaçmıyor. Kaldı ki; Davutoğlu’nun seçim sonrası koalisyon görüşmelerini kasdederek, ‘Bizim kırmızı çizgimiz yoktur‘ şeklindeki yaklaşımıyla mitinglerdeki söylemi çok ciddi bir tezat oluşturdu. AK Parti seçmeni bu tarz dönüşlere hiç alışık değil. Bu bence ilerde çok sorgulanacak bir konu.

13 yıldır doğal olarak yıpranan AK Parti aynı zamanda kendi seçmeni tarafından da sorgulanıyor. Emin olun çok kişiyle görüştüm. Zorunlu olarak oy verdiğini söyleyen bazı seçmenler, gidecek yeri olmadığı için AK Parti’ye oy verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu seçimde, Türkiye’nin yarısı kesin olarak seçimde hile yapılacağını düşünerek oy kullandı. AK Parti bu durumlara düşürülmemeliydi.

‘Yolsuzluk soruşturmaları ve Yüce Divan meselesinin kabulü de parti tabanında ilkesizlik olarak algılanır’

Koalisyon görüşmeleri sürüyor. Bir öngörünüz var mı?

Aslında bazı verilerden yola çıkarak sonuca ulaşmak mümkün. Öncelikle AK Parti, diğer üç partiden herhangi biriyle koalisyon yapacak durumda. Ancak diğer üç parti de AK Parti’yle koalisyon yapmayı düşünmüyor. Bu üç partiden HDP ise hiçbir şart ve koşul altında AK Parti ile bir koalisyon yapmayacaktır. Çünkü Demirtaş baraj sorunu nedeniyle bu konuda seçmenine özellikle de ‘emanet edilen oylara‘ verdiği sözü tutmak durumunda kalacağını düşünecektir. Demirtaş barajı geçeceğini bilseydi bence asla böyle bir taahhütte bulunmazdı.

Bakın şimdi çözüm sürecinden vazgeçilmesinin AK Parti’nin sonunu getireceğini düşünen birçok kişi, bir mucize olsa da AK Parti’yle HDP koalisyon yapsa diye düşünüyor.

Diğerlerine gelince… Gerek CHP gerekse MHP çok ağır şartlar ileri sürerek koalisyonu kabul edebilir.

Ama bana göre şöyle olacak; Davutoğlu ilk önce CHP’nin kapısını çalacak ve CHP koalisyon teklifini çok net bir şekilde reddedecektir. MHP ise başta çözüm süreci olmak üzere Yüce Divan ve yolsuzluk soruşturmaları konusunda Davutoğlu’ndan kesin bir taahhüt talep edecektir. Davutoğlu bunu kabul edebilir ancak burada da karşımıza şöyle bir paradoks çıkıyor. İktidarda kalabilmek için çözüm sürecini bitirmeyi kabul ederse, AK Parti açısından bir sonraki seçim hüsranla sonuçlanır.

Keza yolsuzluk soruşturmaları ve Yüce Divan meselesinin kabulü de parti tabanında ilkesizlik olarak algılanır. Dolayısıyla durum yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumu AK parti açısından. Yani zor.

CHP AZINLIK HÜKÜMETİ KURABİLİR

Ben koalisyon kurmayı başaramayan Davutoğlu’ndan sonra Cumhurbaşkanı’ndan yetki alacak Kılıçdaroğlu’nun başka bir çözümle meseleyi halledeceğini düşünüyorum. Orada da üçlü koalisyon şart ama bu da mümkün değil. Zira MHP, HDP’nin olduğu bir koalisyonda kesinlikle olmayacaktır.

CHP-MHP koalisyonunu da HDP dışardan desteklemez. Çünkü orada da çözüm süreci yine kırmızı çizgi olarak karşımıza çıkıyor. Geriye bence tek bir seçenek kalıyor. CHP diyecektir ki; ‘Madem koalisyon mümkün değil. O zaman ben azınlık hükümeti kurayım ve sizler de bizi dışarıdan farklı gerekçelerle destekleyin ve azınlık hükümetiyle dilerseniz devam ederiz… Dilerseniz erken seçime gideriz’

Bu yaklaşımla CHP iki partiyi de ikna edecektir çünkü Kılıçdaroğlu’nun azınlık hükümeti kurmaması demek Türkiye’nin AK Parti’yle erken seçime gitmesi demek anlamına gelir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu erken seçime giderken iktidarın tüm olanaklarını diğer üç partiyle paylaşmayı önerecektir. Kaldı ki bürokrasi kadrosu da baştan sona değişecek ve AK Parti kadroları lağvedilecek ve ortadan kaldırılacaktır.

Üstelik bu süreçte bakanlar Yüce Divan’a gönderilecek ve geçmişte kapatılan yolsuzluk soruşturmaları tekrar ülke gündemine taşınacak ve buradan AK Parti’nin büyük hasar alması hedeflenecektir. Bu seçenek diğer partilerin de reddedemeyeceği bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü aksi halin kabulü erken genel seçime AK Parti hükümetiyle girmeyi kabul etmek anlamına gelir. Ne HDP, ne de MHP bu durumu kabullenemez!

Son bir ihtimal olarak da bu üç parti kendilerine sunulan fırsatı kaçırıp bu konuda uzlaşamazlar ise CHP’li Kılıçdaroğlu görev kendisine verildikten sonra ziyaret etmediği AK Parti’yi ziyaret ederek ve pazarlık şansını büyük ölçüde yitirerek koalisyon yapmayı teklif edebilir. Bu da zaten CHP’nin sonu olur.

Sonuç olarak burada en kuvvetli ihtimal CHP azınlık hükümeti veya ona muadil teknokratlar hükümeti olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kesin olan şu ki; Davutoğlu ilk turda hükümeti kuramazsa ve Türkiye erken bir genel seçime gidecekse bu kesinlikle AK Parti hükümetinin götüreceği bir genel seçim olmayacak!

Asıl fareler AK Parti iktidarı kaybettiğinde ortaya çıkacaktır

Keşke dediğiniz çok şey olduğunu görüyorum…


Dinimizde keşke demek yasaktır. Ben keşke demiyorum. Sadece şunu söylüyorum. Beni ve benim gibi olanları anlayabilselerdi şimdi böyle bir tabloyla karşı karşıya kalmış olmayacaktık. Bundan sonrada bana ve benim gibilere düşen susmaktır diye düşünüyorum. Çünkü Ak Parti’nin en zayıf ve saldırıya açık döneminde saldırmak, eleştirmek kolaydır. Zor olan kendi menfaatlerinizi hiçe sayarak AK Parti güçlüyken eleştirebilmek ve uyarabilmektir.

Zeten bundan sonra yağdanlık, yalakalık ve şakşakçılık dışında hiçbir şey yapmayanlar, AK Partiye çok daha büyük zararlar verecektir. Bakmayın siz bugünlerde gemiyi terk eden fareler var. Asıl fareler AK Parti iktidarı kaybettiğinde ortaya çıkacaktır. Bekleyelim görelim.

‘Cemaatle bir savaşım yok’

Fethullah Gülen Cemaati’ne karşı çok serttiniz. Gelinen noktada tavrınız ne?

Öncelikle benim cemaatle bir savaşım yok. Hatta bu mücadeleyi yürütürken bu ayırımı da yaptım ve önemle vurguladım. Cemaatçi olan birçok arkadaşım var ve onlarla hiçbir zaman ilişkilerimi de koparmadım.

Ancak ben daha 2010 yılında Cemaat’in içinde illegal bir yapı oluştuğunu bu yapının tasfiye edilmemesi halinde cemaate operasyon yapılacağını canlı yayında Uğur Dündar’ın programında söyledim. O dönem kimsenin aklından bile geçirmediği ‘Cemaat’e operasyon’ bugün gerçekleşti. Ben cemaat içindeki o yapıyla mücadelemi her zaman sürdüreceğim ama bu beni bütün Cemaat mensuplarının düşmanı yapmaz.

Gelinen noktada mücadele konusunda çok doğru adımlar atıldığını söyleyebilirim. Ama bazı noktalarda da tamiri güç hatalar yapıldı. Eskiden bir Ergenekon torbası vardı. Can sıkan herkes ‘Ergenekoncu’ diye yaftalanıp bu torbanın içine atılıyordu. Şimdi de ‘Paralelci’ diye bir torba açıldı, ilgili ilgisiz herkes bu torbaya dahil edilmeye çalışılıyor.

En kötüsü de uyuşturucu tacirleri, kara borsacılar, mafyöz gruplar kendilerine bir can simidi bulmuşlar, onlar da bundan yararlanıyor, yararlanmaya çalışıyorlar. Pisliğe bulaşmış olanlar da kendilerini temizlemek amacıyla ‘paralel’ kamuflajı kullanıyor. Dolayısıyla bu iş zıvanadan çıktı. Derlenip toparlanması lazım.

Suç işleyen kimse cezasını çekmeli ancak sırf bir cemaat okulunda okudu diye bir şahsın düşman ilan edilmesi terör örgütü üyesi gibi gösterilmesi ne vicdanidir, ne ahlakidir, ne de hukukidir. Ben şahsen bilerek, isteyerek ve kasten bir yanlış yapmadım. Yanlış bir bilgi aktarmışsam bir şahısla ilgili durumu kavradığımda mutlaka helallik aldım. Çok örnekleri var. Dolayısıyla benim tavrımda hiçbir zaman değişiklik olmadı. Kaldı ki benim savaşım ‘Hükümet/Cemaat’ ayrışmasından yıllar önce başladı. Zaten bu durum biliniyor.

Kaynak: Diken / Can Bursalı

    :

    :

    :

    :

    "Avukat Fidel Okan'dan AKP itirafı" hakkında Tweetler

    DİĞER GÜNDEM HABERLERİ

    KARŞI VİDEO
    https://twitter.com/KarsiGazete