PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Süleyman Şah Türbesi operasyonunun PYD ve YPG’nin bilgisi ve onayı gerçekleştirdiğini belirtti.
Türk devletinin DAİŞ ile de anlaştığını, Süleyman Şah Karakolu’na gidilirken DAİŞ güçlerinin geri çekilerek askerlere herhangi bir müdahalede bulunmadığına dikkat çeken Karayılan, “mevcut taraflarla diplomatik ilişkiler sayesinde zaten görüşülmüş, haberdar edilmiştir. Açık ki Musul’da DAİŞ tarafından alıkonulan konsolosluk mensuplarının kurtarılmasına benzer bir yöntemle buradaki askerler getirilmişlerdir.
Burada herhangi bir askeri başarı veya zafer yoktur; çünkü herhangi bir çatışma ile yapılmış bir kurtarma operasyonu yoktur. Dolayısıyla başarıdan veya başarısızlıktan bahsetmenin yeri de yoktur. Burada daha çok ilişkinin ve diplomasinin iyi kullanılmasından bahsetmek mümkündür” şeklinde konuştu.
Öncelikle Süleyman Şah Operasyonu hangi temeller üzerinden gerçekleşti? Bu operasyonda Kürt güçlerinin rolü ne oldu?
YPG Genel Komutanlığı’nın ve temsilcilerinin yaptığı açıklamalara göre, Türk devlet yetkilileri bu operasyonla ilgili olarak Kobanê Kanton yöneticileri, yine YPG temsilcileri ve PYD Eşbaşkanlığı ile 5 kez görüşme yapmışlar ve Süleyman Şah’taki askerlerin kurtarılması operasyonu için kendilerinden izin ve destek istemişlerdir. PYD, YPG ve kanton yetkilileri de kendi aralarında yaptıkları uzun tartışmalar sonucu Türk devletinin bu yönlü teklifini uygun görmüşlerdir. Bence de bu durum her iki taraf için de yararlı olabilir. Eğer ilişkilenmek ve dostluk geliştirmek isterlerse, bu, iyi bir başlangıca vesile olabilir.
Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Kobanê’den Süleyman Şah’a 3 km yakınlaşana kadar olan tüm alan boyunca YPG güçleri tedbir alıyor, koridor açıyor, YPG araçlarının eskortluğunda Türk devlet güçleri oraya getiriliyor ve bu temelde bazı araçlar da yol boyu ilerleyerek Süleyman Şah Saygı Karakolu’na gidiyorlar.
Tamamen tartışılmış, konuşulmuş ve karşılıklı çıkarlar temelinde ortak bir plan doğrultusunda uygulanmış bir harekat söz konusudur. Hatta anladığım kadarıyla Uluslararası Koalisyon’dan bir devletin de bu konuda güven arttırıcı katkılar sunduğu ve bu işbirliğinin yürümesi yönünde telkin edici girişimlerde bulunma durumu da söz konusudur. Demek ki Türk devleti oradan da destek istemiştir. Kısaca operasyon bu temel üzerinden gelişiyor.
Siz Türk devletinin YPG ve Uluslararası Koalisyon’la bir danışıklılık içinde bu operasyonun gerçekleştiğini belirtiyorsunuz. Ancak kimi yerlerde ve yapılan bazı açıklamalarda DAİŞ’le de yapılan bir anlaşmanın olduğu belirtiliyor. Bu, gerçekliği ne kadar yansıtır?
Normal olarak 3 km yaklaşılınca artık DAİŞ mıntıkası başlıyor. Cephe olduğu için DAİŞ ve YPG güçleri karşılıklı mevzilenmededir. Bu mevzilenmeyi aşıp karşı tarafa geçmenin normal olarak iki yolu vardır: Ya sessiz bir şekilde sızma yaparak gidilir, ya da saldırarak çatışa çatışa gidilir.
Fakat burada Türk askeri bunların ikisini de yapmıyor. Açık yoldan hareket etmek suretiyle, doğrudan Süleyman Şah Karakolu’na gidiliyor. Bu gidiş esnasında yol üstünde bulunan DAİŞ güçleri kendilerini geri çekerek askerlere herhangi bir müdahalede bulunmuyorlar. Anlaşılıyor ki onların da haberi vardır.
Buradan Türk devletinin sadece YPG’yle ortak bir operasyon için anlaşma yapmadığını, aynı zamanda DAİŞ’le de bir anlaşma yaptığı anlaşılıyor. Yani buradaki askerlerin ve türbenin alınması için DAİŞ’le de gerekli temas ve diyaloglar yapılmıştır. Bu böyle anlaşılıyor. Yoksa bir savaş cephesinde askerlerin çatışmasız bir şekilde gidip, saatlerce orada uğraşıp o askerleri ve türbeyi getirmeleri pek de mümkün değildir.
Kaldı ki bahsi geçen yer, etrafı DAİŞ güçlerince tutulmuş olan bir alandır. DAİŞ güçlerinin, uluslararası koalisyon güçleri ve Suriye Devleti’nin hava saldırılarından korunmak için daha çok bu karakolun etrafında mevzilendiğini, hatta sorumlularının gelip karakolda istirahat ettiğini biliyoruz.
Belki Türk askeri bunu çok isteyerek kabul etmiyordur ama orada böylesi de facto bir biçimde işleyen bir sistem söz konusu olmuştur. Yani bir iç içelik vardır ve bu iç içelik olmasına rağmen nasıl yoldan araçlarla karakolun önüne kadar gidiliyor ve oradan her şey alınıp getiriliyor? Buradan da anlaşılıyor ki DAİŞ’in de bilgisi vardır ve bu operasyonun yapılması için onlar da yol açıyorlar ve müdahale etmiyorlar.
Peki madem böylesi bir durum söz konusu, o zaman Türk devleti neden bu kadar yoğun bir tank ve askeri gücü bölgeye getiriyor?
Buradan da tarafların tam olarak birbirlerine güvenmedikleri ve bir de DAİŞ’le yapılmış olan anlaşmanın ilk gözle dışarıdan fark edilmemesi isteminin olduğu anlaşılıyor. ‘Ne olur, ne olmaz’ hesabı vardır. Zaten Türk devleti herhalde daha fazla askeri güç ve zırhlı araç getirmek istiyor ama YPG’yle yapılan anlaşma sonucu o askeri güç ve araçlarda bir azaltma yapılıyor.
YPG, “biz varız, bu kadar fazla askere ve zırhlı araca gerek yok” diyerek sayının düşürülmesini istiyor, onlar da düşürüyorlar. Yani tedbir alınmış olunuyor. Yoksa mevcut taraflarla diplomatik ilişkiler sayesinde zaten görüşülmüş, haberdar edilmiştir. Açık ki Musul’da DAİŞ tarafından alıkonulan konsolosluk mensuplarının kurtarılmasına benzer bir yöntemle buradaki askerler getirilmişlerdir. Burada herhangi bir askeri başarı veya zafer yoktur; çünkü herhangi bir çatışma ile yapılmış bir kurtarma operasyonu yoktur. Dolayısıyla başarıdan veya başarısızlıktan bahsetmenin yeri de yoktur. Burada daha çok ilişkinin ve diplomasinin iyi kullanılmasından bahsetmek mümkündür.
Gün boyunca hem devlet yetkililerinin açıklamaları ve hem de Türk basınının değişik çevrelerinin yorumlarında kimsenin DAİŞ elemanlarının niye müdahale etmediğine dönük değerlendirme yapmadığını gördük. Bunun yerine, ‘DAİŞ’le aramızda gerginlik vardı, ciddi güvenlik sorunları doğdu’ hatta bazıları daha da ileri götürerek, ‘pêşmergeler için Kobanê’ye dönük koridor açtığından dolayı Türk devleti ile DAİŞ arasında bir soğumanın ve gerginliğin başladığını’ iddia ederek bundan hareketle bir gerginliğin gelişmiş olduğunu söylüyorlar. Buna ne dersiniz?
Bu tür değerlendirmeler tamamen bir çarpıtmayı ifade etmektedir. Bir kere Türk devleti, uluslararası ve ulusal düzeyde çok tazyikli bir biçimde Kobanê’deki direnişçilere destek amaçlı bir koridorun açılması baskısını boşa almak için pêşmegelere yol açmıştır. Bundan sonra ise tersine bir şekilde ne pêşmergelerin rahat gidip gelmesine, ne de daha farklı bir şekilde bölgeye yardımların ulaşmasına izin vermemiştir.
Yani Türk devleti Kobanê’ye koridor moridor açmamıştır. Aslında bu anlamda yaptıkları bir anlamda DAİŞ’e hizmet olmuş oldu. Çünkü Kobanê Kantonu’nun ve YPG’nin istediği koridor açma talebi bir yerde dünya kamuoyunun talebi haline gelmişti ve AKP Hükümeti böyle bir taktiksel çıkışla bu talepleri gündemden düşürdü. Bunu Türk devleti çok ustalıkla yaptı. Yani esas olarak bu tutumda DAİŞ’e dönük bir karşıtlık durumu söz konusu değildir.
Hatta şimdi ABD’yle yapılan eğit-donat anlaşması da öyle direk DAİŞ’e karşıtlık anlamında fiili bir anlaşma değildir. Zaten daha çok Türkmenlerin eğitileceği, bu kesimlerin hem rejime hem de DAİŞ’e karşı savaşabilecekleri varsayılarak bir eğitim verilecek. Türkiye’de bir kaç yüz kişinin eğitilmesi, Türkiye’nin DAİŞ’e karşı ciddi bir çıkış yaptığı anlamına gelmiyor.
Kısacası DAİŞ’le Türkiye arasında mevcut durumda herhangi bir gerginlik yoktur. Türkiye seçimler öncesi bir tedbir almıştır. Çünkü bazen DAİŞ’in sağı solu belli olmamaktadır. İlişki halinde olunmasına rağmen demek ki ‘ne olur ne olmaz’ kabilinde bir yaklaşım vardır. Ayrıca YPG güçlerinin de 3 km yaklaşmış olmasından zemin, çatışma ve savaş alanı haline dönüştü. Bu da risk arttırıcı bir durumdur.
Alanın provokasyona açık hale gelmesi durumu var. Bu nedenlerle geri çekme kararını almışlardır. Zaten basına da yansıdığı kadarıyla Kasım ayına kadar Kobanê’nin düşeceği varsayılarak değişimin yapılması için askerler Suruç’a getirilmiş; sonradan değişim değil de orayı transfer etme kararına dönüştürülmüş. Çünkü Kobanê düşmedi, YPG’nin eline geçti, dolayısıyla orası bir savaş alanı haline geldi.
Bütün bu durumlardan anlaşılıyor ki, Türkiye DAİŞ’le karşı karşıya gelmek istemiyor. Soruna yol açabilecek durumları gidermeye çalışıyor. Özellikle DAİŞ’in Ürdünlü pilotu cayır cayır yakması çok ciddi bir durum ve birçok kesimi ürküten bir ortam açığa çıkartmıştır. Örneğin Ürdün Ordusu’nda subay kademesi içerisinde kaçışlara, intiharlara ve daha farklı bir sürü duruma yol açtığı belirtiliyor.
Dolayısıyla Türkiye de tedbirini almak durumunda. Bir de buna DAİŞ çetelerinin türbeye gitmesi, oraya konumlanması, yatması, ihtiyaçlarını karşılaması, kısacası kendilerini karakolun etrafında korumaya almaları da eklenince, belli ki Türkiye biraz bundan da rahatsız olmuş. Ama arasının DAİŞ’le bozulmasını da istemiyor. Bunun için karakolu buradan almayı istemiş ve DAİŞ de uygun görmüştür. Olan da budur. Şimdi bunu farklı bir biçimde yansıtma, farklı bir şekilde gösterme tamamen yanlış bir durumdur.
Yapılan açıklamalara baktığımızda, bu durum farklı bir şekilde gösterilmeye çalışıldığı gibi, bir de sanki YPG bu operasyonda hiç yer almamış gibi yansıtılıyor. Bu tavır ne anlama geliyor?
Doğruları değil de, kendi istediği şeyi kamuoyuna açıklama ve onu kamuoyunda etkili bir görüş haline getirme yöntemi, AKP’de bir gelenek haline gelmiş durumda. Bu anlamda Türkiye toplumunun önemli bir kısmını etkisi altına alma becerisini de gösterebilmektedir. Tabii bu operasyon nedeniyle yapılan açıklamalarda da aynı şey açık görülmektedir. Davutoğlu, bizzat kendisi dün sabah basın açıklaması yaptı.
İnsanın o açıklamayı dinleyince hayrete düşmemesi elde değildir. Çok egemenlikçi, kendi dışındaki herkesi küçümseyen bir üslupla tek yönlü yapılmış bir açıklamaydı. Belli ki YPG’de de bir saflık var; çünkü YPG’nin Kobanê’deki bir komutanı, basına yaptığı açıklamada, “biz teşekkür etmelerini bekliyorduk ama hiç bahsetmedi bile” diye bir ifade kullandı.
Türk devleti farklı, egemenlikçi bir karaktere sahiptir. Mesela diyor ki, “hiçbir merciden ne izin, ne de yardım talep edilmedi.” Peki sen hiçbir merciden yardım ve izin talep etmediysen, nasıl savaş sahası olan bir alana bu kadar güçle gittin ve bir de geri çıktın, geri geldin? Hem de bir tek mermi atılmadan. Bu nasıl mümkün olabildi? Ama o bunu neye bağlıyor? Diyor ki, “Türkiye’nin caydırıcı gücünden herkes haberdardı.”
Yani, “herkese dayattık, sopayı herkese gösterdik, herkes de korktu, sessiz kaldı; biz de gittik, askerlerimizi aldık, geldik” demek istiyor. Açıkça zorbalık yaptığını ifade etmek istiyor. “Zorla gittim, aldım” demeye getiriyor. Açık ki bu, kendi dışındaki hiçbir iradeye saygı duymayan, sadece kendini esas alan, egemenlikçi bir anlayışın dışa yansımasıdır. Aslında Türk devleti ve AKP Hükümeti, söz konusu Kürtler olduğu zaman hep böyle yapıyor.
Yani orada bir irade var; Kobanê Kantonu var. Sen Kobanê şehir merkezinden geçmişsin, 33 km yol gitmişsin, onların güvenlik kuvvetleri sana eşlik etmiş, yol açmış, yardım sunmuş, elbette Kobanê’deki komutanın dediği gibi hiç olmazsa insan onlara bir teşekkür eder. Hadi etmedin ama böyle küçümseyici, yok edici, hiçleştirici üslup niye? Neymiş, “herkes Türkiye’nin caydırıcı gücünden haberdarmış!” Güzel de orada 6 aydır direnen bir irade var.
DAİŞ de 60 tank eşliğinde Kobanê’yi almak istedi. Hem de sizin desteğinizle almak istedi. Ama alabildi mi? Hayır. DAİŞ’e karşı o iradeyi gösteren güç, isterse seni de durdurabilir! Ama o bunu görmüyor; orada sarf edilen çabayı, emeği ve kolaylaştırıcı yaklaşımı hiçleştiriyor. Çünkü ona göre, sonuçta Kobanê Kantonu Kürt’tür. Ve Kürtler güç olamaz, irade olamaz. Mesela gün boyu Türkiye basınını izledim, hepsi de buna yakın bir yaklaşım içerisinde. Bir algı oluşturulmuş. Bu algıya göre Kürtler güç ve irade olamaz; olmamalıdır.
Bakın mesela aynı yaklaşımı Kuzey’deki çözüm süreciyle ilgili de yansıtıyorlar. Şimdi siz 2 yıldır İmralı’da görüşmeler yapıyorsunuz. Bu görüşmeler artık gelip müzakere aşamasına dayanmıştır. Ama “müzakere falan yok; çözüm süreci var” diyor. Peki, çözüm süreci taraflar arasında müzakere yapılmadan nasıl gelişecek? Bu sorun, 100 yıllık bir sorundur ve tarafları vardır. Peki taraflar arasında kapsamlı bir müzakere olmadan nasıl çözülebilir? Ama burada Kürt iradesini hiçleştiren, onu hiçe sayan bir tutum vardır.
Bu tutum Kuzey’de de vardır; bir kez daha görüldü ki Rojava’ya karşı da aynı tutum devam ediyor. Bu, deyim yerindeyse, çok ayranı kabarık, burnu havada, egemenlikçi ve herkesi küçümseyen bir yaklaşım. Oysa ki küçük bir topluluk da olsa, sonuçta bir iradeyse saygı göstermen gerekir. Ama o, “herhangi bir müzakere yoktur. Taraflar yoktur” diyor. Taraf yoksa o zaman bu sorun nasıl çözülecek? İşte bu mantık Kuzey’deki süreci çıkmaza sokmuştur.
Önder Apo’nun bütün çözümleyici, kolaylaştırıcı, açımlayıcı çabalarına rağmen, AKP’deki bu zihniyet her şeyi sıfırlıyor. Aynı şeyi bu konuda da, yani bu operasyon konusunda da görüyoruz. Günlerce görüşme yapmış, tartışma yapmış ama diyor ki, ‘hiç kimseden hiçbir şey talep edilmedi.’ Kendini bu kadar büyük gören ve üstten bakan bir anlayış, kesinlikle sorunların demokratik yöntemlerle çözümünü geliştirme becerisini gösteremez.
Kısacası, orada tek taraflı bir biçimde, diğerini hiçleştirerek kendisi gidip almış gelmiş havası yaratması doğru değildir. Kuzey’deki tüm Kürtler de bunu bir kez daha görmüş oluyorlar. Çünkü, “ne de olsa Kürt’tür ve her Kürt hiçleştirmeye müstahaktır” yaklaşımını buraya bir kez daha görmekteyiz.
Aynı yaklaşımın türbenin yeniden yapılacağı Eşme Köyü’ne dönük de sergilendiği görülüyor. Bakan Çavuşoğlu yaptığı açıklamada, “sınırımızın 100 metre ötesinde Türklerin yeni toprakları oldu” dedi. Bu konuya ilişkin ne dersiniz?
Türk devlet yetkilileri, PYD ve Kobanê Kanton yetkilileriyle Eşme’ye türbeyi yerleştirmeyi konuşmuşmuşlar mı konuşmamışlar mı bilemiyorum. Fakat kendilerine oranın uygun olduğunu söyleyenlerin, orayı verenlerin veya kendilerinin, o toprak sahiplerine bir şey danıştıklarını sanmıyorum. Orası Kürdistan halkına ait bir toprak parçasıdır. Süleyman Şah Türbesi’nin önceki yeri olan Karakozak’ı Suriye Devleti vermiştir.
Daha önceki yeri olan Caber Kalesi ise daha aşağıdadır. Ama Eşme Köyü, Kobanê Kantonu’nun bir parçasıdır. Hatta bazıları, “orası YPG’nin elinde değil, öyle boş bir yer, biz gidip kendimize bulmuşuz” diyor. El İnsaf! Daha 10 gün önce YPG o sırtı çatışarak, kan dökerek kurtardı. Madem başkasının toprağına gelip tesis kuracaksın, o zaman biraz mütevazı yaklaşırsın. Ama bunu yapmıyor, “orayı bıraktık, burayı tuttuk” diyor.
Sanki babasının malı! Bir kere bunun özel mülkiyeti vardır; yaptığın uluslararası hukuka, özel mülkiyet hukukuna aykırı bir şeydir. Bu konuda Kobanê’deki kanton yetkililerinin nasıl bir oluru olduğunu veya hangi temelde söz verdiklerini bilmiyoruz ama o arazinin sahiplerinin mağdur duruma düştükleri çok açıktır.
Bu konuyla ilgili son söz olarak belirtecekleriniz nelerdir?
Kısacası, gerçekleşen operasyona biz karşı değiliz. Ama bu operasyon nedeniyle ortaya çıkan gerçeklikleri de herkesin görmesi gerekir. DAİŞ ile AKP’nin ilişkisi burada bir kez daha açığa çıkmıştır.
Umarım Türkiye değişik biçimlerde DAİŞ’i destekleme ve ortaklaşma politikalarına son verir ve artık bu politikayı sürdürmez. Yine Kobanê Kantonu’nun yapmış olduğu bu önemli desteği unutmaz, nankörlük yapmaz, Kobanê’ye dönük halen sürdürmekte olduğu ambargoyu kaldırır. Şimdi Kobanê’ye bir koridor açmaktan ziyade, sınır kapısını ticarete açması gerekiyor.
Çünkü mevcut durumda bir ambargo vardır. Diğer kapılarda böyle bir durum söz konusu değildir ama Kobanê kapısı serbest gidiş gelişlere ve ticarete açık değildir. Nedeni ise Kürt olmasıdır. Umarız Kobanê’deki Kürtlerin yapmış olduğu bu destekten sonra AKP de ona denk adımlar atar. Yeniden düşmanlık politikaları değil, iyi komşuluk politikaları temelinde bir yaklaşım geliştirir. Bu operasyona ilişkin söyleyeceklerim bunlardır.
Kaynak: Deniz Kendal-ANF