TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, Türkiye’nin göçmenlere karşı AB’nin tampon bölgesi veya kapı bekçisi olamayacağını söyledi.
Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Cansen Başaran Symes, “Gümrük Birliği’nde Yeni Dönem ve İş Dünyası” başlıklı raporun tanıtım toplantısında konuşurken, “Türkiye göçmenlere karşı AB’nin tampon bölgesi veya kapı bekçisi olamaz’’ dedi.
TÜSİAD, Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesinin iş dünyasına etkilerini analiz ettiği “Gümrük Birliği’nde Yeni Dönem ve İş Dünyası’’ raporunun tanıtım toplantısı bugün yapıldı. Toplantıda konuşan TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, “Gümrük Birliği’yle birlikte ticaretin önündeki engeller azalmış, Türkiye’nin Avrupa ülkeleriyle ticareti hızla büyümüştür. Bunun ötesinde, Gümrük Birliği Türkiye ekonomisinin dünya ile bütünleşmesine yardımcı olmuş, birçok sektörü dönüştürmüş, standartları yükseltmiş, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği hedefi yolunda ilerleyişimizi de oldukça hızlandırmıştır’’ dedi.
Symes, Türkiye ve Avrupa Birliği arasında imzalanan 1963 Ankara Anlaşması ve 1973 Katma Protokolü uyarınca 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği’nin, hem Türkiye ekonomisi, hem de Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri için önemli dönüm noktası olduğunun da altını çizdi.
Symes, konuşmasının devamında şunları söyledi:
“TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN EN STRATEJİK MESELELERDEN BİRİ TTIP’E TARAF OLMAKTIR’’
“Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi Türkiye için ileriki dönemde Transatlantik Ticaret Ve Yatırım Ortaklığı’na ( TTIP) dahil olması için de kritik bir öneme sahip. Trans Pasifik Ortaklığı müzakerelerinin sona ermesiyle birlikte TTIP müzakerelerinin de Obama’nın başkanlık döneminin sonuna yetişmesi beklentisi oluştu. Diğer taraftan gözlemlediğimiz kadarıyla TTIP’e yönelik gerek taraflar arasında gerekse AB ülkeleri içinde çok yoğun tartışmalar sürüyor. Tüm bu tartışmaların gölgesinde, AB ve ABD TTIP çerçevesinde bu hafta Miami’de 11. Müzakere turunu gerçekleştirecekler. Bugün geldiğimiz noktada, AB ile yürütülen görüşmelerin haricinde uluslararası ekonomik ilişkilerimiz bağlamında Türkiye ekonomisi için en stratejik meselelerden biri TTIP’e taraf olmaktır. Türkiye TTIP’e girdiği takdirde ekonomik, siyasal ve hukuki anlamda parçası olduğu transatlantik blok ile ilişkilerini bir adım ileri götürme fırsatını yakalamış olacaktır. Bunun için TTIP’in “openarchitecture” özelliğini kazanması, yani ABD ile AB arasında anlaşmaya varıldıktan sonra üçüncü ülkeleri kapsayabilecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Avrupa Komisyonu’nun geçen hafta yayınladığı yeni “Ticaret ve Yatırım Stratejisi” belgesinde bu konuya yer vermesini ve üçüncü ülkelerin katılımına olumlu yaklaşmasını memnuniyetle karşılıyoruz. TÜSİAD’ın da üyesi olduğu, Avrupa iş dünyasının çatı örgütü Busınesseurope’da, Türkiye’nin TTIP’e dâhil olmasını açıkça desteklemektedir. Bu da son derece memnuniyet verici bir gelişmedir.’
“SORUNLARLA MÜCADELE EDEBİLMENİN EN İYİ YOLU AB’NİN TAM ÜYESİ OLAN BİR TÜRKİYE’DİR’’
Türkiye-AB üyelik süreci sadece teknik kriterlerde ve ekonomide değil, demokratik siyasal değerlerde de mümkün olabilecek en uygun ortaklaşmayı yakalama sürecidir. Türkiye’nin AB’nin de parçası olduğu transatlantik dünyanın özgürlükçü değerleriyle de bütünleşme sürecidir. Tarihsel yönelimimizin gereği de budur. Bu yüzden reformları sadece teknik boyutuna indirgeyen bir yaklaşımı, ya da Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi yoluyla sadece tek pazara katılıma dayalı bir ekonomik ortaklık anlayışıyla yetinmemiz düşünülemez.
AB ile sadece çıkarlarımız değil, değerlerimiz ve başa çıkmaya çalıştığımız sorunlar da ortaktır. Bunlarla mücadele edebilmenin en iyi yolu ise AB’nin tam üyesi olan bir Türkiye’dir. AB’nin dışında, en dış çemberinde veya kıyısında köşesinde duran, gerekli gördüğü zaman işbirliği yapmak zorunda kaldığı, ekonomik bütünleşmeyle yetindiği, demokrasisindeki gerilemelere ve siyasal değerler arasındaki ayrışmaya kısa vadeli ödünler için göz yumduğu bir Türkiye asla değildir.’
“SİYASAL VE MALİ ÖDÜNLER KARŞILIĞINDA GÜÇLENDİRİLECEK BİR SÜREÇ BİZİM AÇIMIZDAN SON DERECE KAYGI VERİCİDİR’’
Özellikle son dönemde göçmen sorunu konusunda, bu konu bazlı işbirliği eğiliminin ön planda olduğunu görüyoruz. Sevgili Sinan Ülgen’in 3 hafta önce New York Times’daki makalesinde ifade ettiği gibi Türkiye göçmenlere karşı AB’nin tampon bölgesi veya kapı bekçisi olamaz. AB’nin gelecekte tam üyesi olmasını planladığı bir ülkeyle arasındaki fiziki ve manevi duvarları bazı küçük siyasal ve mali ödünler karşılığında güçlendirecek bir süreç bizim açımızdan son derece kaygı vericidir. Üyelik sürecinin toplumun bütününe sağlayacağı siyasal ve sosyal kazanımların bir kısmından, ya da bu kazanımları toplumun bir bölümünden (mesela yalnızca iş dünyasına tanınan bir vize kolaylığından) yoksun bırakacak dengesiz bir yaklaşıma sıcak bakmamız mümkün değil. Burada kapsayıcı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Bu tip ilişkilerin çoğunu AB zaten Avrupalı olmayan birçok üçüncü ülkeyle de kurmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’ye özel bir ayrıcalık değildir. Aynı şekilde Türkiye’nin üyelik sürecinde elde etmesi gereken hakları yeni işbirliği koşullarına bağlayan yaklaşımları da tutarlı bulmuyoruz. Bunun bir kere daha altını burada çizmek isterim. Katılım müzakereleri başlıklarının başka tür işbirliklerinin pazarlık kozu haline gelmesi fazlasıyla yadırgatıcı bir durumdur.’’
Öte yandan Başaran, seçimler sonrası oluşacak yeni siyasal tabloda bu kaygılarını gözeten ve üyelik sürecini yeniden canlandıracak bir anlayışın hâkim olmasını ve AB tarafıyla masaya bu kaygıları dikkate alacak şekilde oturulmasını umut ettiklerini ifade etti.
Kaynak: ANKA