"Yüzde 75, 700 Bin Liralık Saat Olacağına Bile İnanmıyordu"

AKP oylarını yüzde 39 gösteren anket sonrası mali polisin bastığı Gezici Araştırma Şirketi’nin sahibi Murat Gezici, kamu ihalelerinin iktidara yakın araştırma şirketlerine akıtıldığını anlattı.
AKP oylarını yüzde 39 gösteren anketin ardından mali müfettişler tarafından teftiş edilen Gezici Araştırma Şirketi'nin sahibi Murat Gezici, "Vatandaş uzunca bir süre yolsuzluk yapıldığına inanmadı.

Ta ki yolsuzluk Meclis’e intikal edene kadar… Bu sürecin uzaması ve Yüce Divan için oylamaya sunulması şu etkiyi yarattı: "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Demek ki yolsuzluk iddiaları doğru” dedi.

Gezici, "Mesela halkın yüzde 75’i daha önce 700 bin liralık bir saatin olabileceğine inanmıyordu. Ancak şimdi böyle bir saat olabileceğinden haberdar.

Bu noktada AKP’ye bir daha oy vermeyecek olanların yüzde 25’i yolsuzluğun olduğuna inanıyor.

Eğer Yüce Divan oylaması yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce gerçekleşmiş olsaydı, ne Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilebilir, ne de AKP yüzde 30’un üzerinde oy alabilirdi" diye konuştu.

Gezici, geçen yıl yapılan yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sonuçlar hakkında en yakın tahminleri yapan araştırma şirketi olmuştu.

Şirket, hafta içinde de yaptığı son anketin detaylarını medya ile paylaştı. AKP’nin yaklaşan genel seçimlerde yüzde 40’ın altında oy alabileceğini duyurmasından hemen sonra şirketin merkezine mali müfettişler gönderildi.

Taraf gazetesinden Tunca Öğreten,  Gezici Araştırma Şirketi'nin sahibi Murat Gezici'yle konuştu.

Tunca Öğreten'in Murat Gezici'yle yaptığı söyleşi şöyle:

Yayınladığınız anketten sonra şirketiniz mali teftişten geçirildi. Bunun, AKP’nin oy oranının düşük çıkmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?

Gerçekten AKP’nin oy oranı yüzde 39 dediğim için mi geldiler, yoksa rutin yoklama mıydı bilmiyorum. Biz denetime açık bir şirketiz. O yüzden şirketimize yapılan bu ziyarete saygı duyuyorum.

Kesin olarak söyleyebileceğim tek şey zamanlamanın manidar olduğu. Anketin yayınlanmasından ardından 24 saat geçmeden bir teftiş yapıldı ve yoklama fişiyle şirketi yokladılar.

Normalde bir şirket kurulduktan 15 gün sonra yerinde adres tespiti yapılır fakat bize dört yıl sonra, anketin hemen ardından bu kontrol yapıldı. Bizden istenen tüm belgeleri kendilerine verdik, tutanaklar da bu yönde tutuldu ve herhangi bir usulsüzlük bulamadılar.

Belgelerinizde eksiklik olsaydı, yapılan ankette çıkan sonuçlar meşru sayılmayacak mıydı?

Evet. “Bu şirkette şu belgeler eksik” diyerek itibarsızlaştıracaklardı belki de. Amacın ne olduğunu bilmiyorum. Ancak kurumumuz bu denetlemeden açık ve net bir şekilde eksiksiz, ceza almadan çıktı.

Teftişten sonra görüşmeler yaptım. Kiminle konuştuysam, “Senin üzerinden diğer araştırma şirketlerine mesaj verildi” dedi. Yine de yaşanan olayı böyle okumak istemiyorum ben.

Türkiye’de daha önce bir araştırma şirketi, yayınladığı anketten hemen sonra bu tür bir incelemeye tabi tutulmuş muydu?

Bildiğim kadarıyla kimseye yapılmadı. Ofisimizin mal sahibiyle görüşmek ve ne kadar kira verdiğimizi bile öğrenmek istediler.

Geçen yılki yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de en yakın tahmini şirketiniz yapmıştı. Gezici Araştırma’yı diğerlerinden ayıran farklı bir yöntem mi kullanıyorsunuz?

Diğer araştırma şirketleri bir noktayı atlıyor ve kararsızların ve seçime katılmayanların oylarını görmezden geliyor. Sandığa gitmeyenler; gelir ve eğitim seviyeleri çok yüksek bir kesim.

Örneğin Cihangir ve Gümüşsuyu’ndaki seçmenlerin yüzde 80’i sandığa gitmedi. Gitselerdi, Beyoğlu’nu CHP kazanacaktı. Sandığa gitmeme durumu seçmenlerin adayları beğenmemesinden değil, kendi partisinin adayının kazanamayacağına olan inancından kaynaklanıyordu.

Anket firmaları seçmene, adayının kazanamayacağına inandırdı. İnsan haklarına ve demokrasiye kafa yoran eğitimli kesimi anket sonuçları çok etkiledi. Bu yüzden tatillerini yarıda kesip oy vermeye gitmediler.

Sandığa gitmeyen kesimin tümü CHP’li miydi, AKP’liler de yok muydu?

Vardı, sandığa gitmeyen kesimin yüzde 20’sini AKP’liler oluşturuyor. Onlar da adaylarını ve Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak görmek istemiyorlardı. Zaten kamuoyu yoklamalarında sorulan “Kimi Cumhurbaşkanı olarak görmek istersiniz” sorusuna cevaben öne çıkan isim hep Abdullah Gül oldu.

Eğer anket firmaları da, Gül’ün daha çok istendiğini yayınlasalardı, şu anki Cumhurbaşkanı belki de Abdullah Gül olacaktı. Bizim anketlerimizde Gül, AKP tabanında çok isteniyordu.

Yüzde 70 ila 80 bandında AKP seçmeni Gül’ü isterken, yüzde 55’i Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını istemiyordu.

Sizce, teftişe girmeyen diğer anket firmaları bugüne dek hep iktidarın hoşuna gidecek anketler mi yaptı?

Buna cevap vermek zor ama şuna bakılmalı, Türkiye’deki araştırma şirketleri devletten ne kadar ihale aldı? Şu bir gerçek, bir araştırma firması olarak AKP’nin oylarını ne kadar çok gösterirseniz, medyada o kadar sık yer alıyorsunuz.

Ne kadar düşük gösterirseniz de o kadar dışlanıyorsunuz. Hükümete yakın ve AKP’nin oy oranlarını ciddi anlamda yüksek gösteren beş, altı büyük araştırma şirketi var.

Sonuçlar doğru bir şekilde yansıtılmıyor mu yani?

Sonuçları yaptıkları ankete bağlıyorlar. Benim yaptığım anketlerdeyse sonuçlar onlarınki gibi çıkmıyor.

Neden?

Türkiye’deki araştırma şirketleri kararsızlara özel bir soru sormuyor. “Sandığa gitmek zorunda kalsanız, hangi partiye oy verirsiniz” diye sormuyorlar.

Ancak görüştüğümüz insanlardan en az bir parti söylemelerini rica ediyoruz. Aldığımız cevabı da oy dağılımı ağırlığına göre dağıtıyoruz. Bu da sonuçların gerçeğe çok daha yakın çıktığını gösteriyor bize.

Araştırma şirketlerinin devletten ihale alması sonuçların tarafsızlığına gölge düşürür mü?

Devletin araştırma şirketlerine ihaleyle anket yaptırması normal karşılanabilecek bir durum. Mutlaka araştırma şirketleri de devletten iş almalı. Ancak bunun ne boyutta olduğunu daha şeffaf ve objektif olarak göstermeleri gerekiyor.

Devletin bu tür ihaleleri şirketlere dağıtmak için geliştirdiği bir sistem var.

Bu şartların da bize uymadığını söyleyebilirim. Zaten devlet ihaleyi vereceği firmayı şartnamede tarif ediyor. “Sakalı ve saçı olsun, gözleri de kahverengi olsun” diyor mesela.

Biz ihaleye girmek istesek bile o şartnameye uygun olmadığımızı görüyoruz yani devlet böylece kendine yakın, önceden belirlenmiş şirketlere iş vermiş ya da gerçekten bu şartlar bazı şirketlere çok uygun olarak hazırlanmış oluyor.

Biz, onlarca defa ihalelere katılmak istedik ancak bu durum yüzünden şansımızın olmadığı gördük. O kadar yorulduk ki artık takip etmiyoruz bile.

Batı’da araştırma şirketleri nasıl bir yol izliyor?

Batı’da firmalar tek bir sonuç yayınlamazlar yani “A partisinin oyu kesinlikle bu olacaktır” demezler. Sandığa gitmeyenler ve kararsız olanlar ayrı ayrı gösterilir. “Demokratlar kararsız” ya da “Milliyetçilik şu noktaya doğru kayıyor” şeklinde sonuçlar paylaşılır. Türkiye’de bunun tam tersi yapılıyor ve kamuoyu yoklamaları medyaya kesin sonuç olarak servis ediliyor.

Batı’da araştırma şirketleri devletten ihale almanın peşinde de olmazlar ayrıca. Zaten bu anket çalışmaları orada daha dar bir alanda, daha az insanla yapılıyor. Örneğin ABD’de Obama, 996 kişiyle anket yapabildi.

Türkiye’de düzensiz ve dağınık bir adres yapısı olduğu için daha geniş bir alanda beş, altı bin kişiyle anket yapmak gerekiyor.

Türkiye’de denek sayısı fazla olduğu için araştırma şirketlerine ödenen paralar inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Pazar son yıllarda o kadar büyüdü ki, yıllık bir milyar dolar civarında rakamlara ulaştı şirketlerin kazandığı paralar.

Yaptığınız anketin sonucunda AKP’nin oylarında ciddi bir düşüş olduğunu görüyoruz. Bu düşüşün en belirleyici etkeni nedir?

Bunun en başında ekonomi geliyor. Gelişmiş ülkelerde seçmenler hep ekonominin gidişatına göre oy vermişlerdir. Türkiye gelişmiş bir ülke olmadığı için ekonomik krizler hiçbir zaman seçim sonuçlarını etkilemedi.

Bu defa gelişmişliğinden değil fakat ekonomik gidişatın gerçekten kötü olmasından dolayı seçmen tercihini farklı yönde yapacak.

Vatandaşın cebindeki para azaldığı, insanları geçim derdinin sardığı, çocuğuna harçlık verirken düşündüğü, emeklilerin yüzde 80’inin borcu olduğu ve arabasına benzin koyarken kilometre hesabı yaptığı bir dönem bu.

1998 ve 2001 ekonomik krizlerinden daha vahim bir durumda olduğumuzu mu söylüyorsunuz?

Evet. Ekonomi Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı’nın doğru düzgün açıklamalar yaptığını göremiyoruz. Demek ki ters giden bir şeyler var. AKP’nin oylarının düşmesinin ikinci sebebi de çözüm süreci.

“Barış” vatandaşın kulağına hoş geliyor. “Çözüm süreci” güzel bir anahtar kelime. Vatandaş çözüm sürecine karşı değildi ama ne konuşulacak, neyin pazarlığı edilecek bilmiyordu.

O yüzden kamuoyuna mal olmuş sanatçılar ve yazarlar akil insan olarak kullanıldı. Siyasilerin değil de sanatçıların sözlerine halk daha fazla itibar edecekti.

Öyle mi oldu?

Anketlerimizde “Barış istiyor musunuz” diye sorduğumuzda; yüzde 92 oranında “evet” cevabı aldık. “Kürt sorunu çözüme ulaşsın mı” sorusuna karşılıksa yüzde 65 “evet” cevabı verildi.

“PKK lideri Abdullah Öcalan’la MİT’in müzakere etmesini doğru buluyor musunuz” sorusuna da, halkın yüzde 76’sı “hayır” dedi. Bu da vatandaşın çözüm sürecini sürdürülebilir bulmadığını ve kalitesiz olduğunu gösteriyor.

Evet…

AKP 13 senedir iktidarda. Ancak 2002’den önce olduğu gibi bugün de eğitim, Türkiye’nin hâlâ en büyük üçüncü sorunu. Dolayısıyla 13 yılda eğitim alanında hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz.

Hatta son eğitim yılı başında birçok vatandaş güne başladığında çocuğunun İmam Hatiplere yerleştirildiğini gördü. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 62’sinin tercih etmedikleri okullarda okudukları görülüyor.

Bu olayın farkında olan aileler, sorumlunun AKP iktidarı olduğunu biliyor ve seçimde de cezasını kesecek. AKP’nin oy kaybetmesine neden olan bir diğer etken de aslında literatürümüze yeni giren bir konu…

Nedir o?

Medyaya baskı. AKP’ye oy vermiş vatandaş bile son kamuoyu yoklamamıza göre medyaya baskı olduğunu düşünüyor. 2002’de seçmenin yüzde 22’si medyaya baskı yapıldığını düşünürken şu an bu oran yüzde 69’da. 2012’de yüzde 41, 2013’te 44,7, 2014 Ocak’ta yüzde 48 ve Aralık’taysa yüzde 61,6’ya çıkıyor oran.

İktidarın medyaya yaptığı baskı, vatandaşta önemli bir etki oluşturdu. Vatandaş adil bir yargı sistemi olmamasından ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın giderek diktatörleşmesinden dolayı da endişe duyuyor. Gelişmiş ülkelerde seçmen, Türkiye’nin aksine demokrasi, insan hakları ve ekonomiyi baz alarak oy kullanır.

Önümüzdeki seçimlerde Türkiye’de ilk defa bu konular dikkate alınarak oy kullanılacak. Bundan dört yıl önce insan hakları ve özgürlüğü baz alarak oy kullananların oranı Türkiye’de yüzde 14’lerdeydi. Yaptığımız son araştırmada seçmenin yüzde 30’u, “Bu konular benim için önemli. Bu sebeplerden ötürü oyumun rengini değiştirebilirim” diyor.

AKP iktidarının medyaya baskı yaptığı kanısının özellikle geçen Aralık 2014’ten bu yana arttığını söylediniz. Bu tarih; 17 ve 25 Aralık yolsuzluk iddiaları ve sonrasında medyaya yapılan baskıyı akıllara getiriyor. Bu durum seçmenin yolsuzluk iddialarının da doğru olduğunu düşündüğü anlamına mı geliyor?

Vatandaş uzunca bir süre yolsuzluk yapıldığına inanmadı. Ta ki yolsuzluk Meclis’e intikal edene kadar… Bu sürecin uzaması ve Yüce Divan için oylamaya sunulması şu etkiyi yarattı: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Demek ki yolsuzluk iddiaları doğru.” Mesela halkın yüzde 75’i daha önce 700 bin liralık bir saatin olabileceğine inanmıyordu.

Ancak şimdi böyle bir saat olabileceğinden haberdar. Bu noktada AKP’ye bir daha oy vermeyecek olanların yüzde 25’i yolsuzluğun olduğuna inanıyor.

Eğer Yüce Divan oylaması yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce gerçekleşmiş olsaydı, ne Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilebilir, ne de AKP yüzde 30’un üzerinde oy alabilirdi. AKP de sürekli seçim araştırması yaptığı ve bunun farkında olduğu için yolsuzluk soruşturmasını seçim sonrasına erteledi.

Kaynak: Taraf gazetesi

    :

    :

    :

    :

    ""Yüzde 75, 700 Bin Liralık Saat Olacağına Bile İnanmıyordu"" hakkında Tweetler

    DİĞER GÜNDEM HABERLERİ