BirGün yazarı Enver Aysever bugün yine çok çarpıcı bir yazı ile okuyucu karşısına çıktı.
Karşılaştığı bir taksici (emekli albay) ile sohbetini köşesine taşıyan Enver Aysever; 'Taksici albayla yaptığımız sohbette; “Açık söyleyeyim ben Demirtaş’ı beğeniyorum” dedi. Belki oy vermedi o albay. Ama barışa giden yol, siyasetin önünün açılmasıyla olur. Barışa bir kez olanak yaratılmalı. Savaşı çıkaranla, savaşla iktidarını güçlendirenle barış olmaz!' ifadelerine yer verdi.
İşte Enver Aysever'in çarpıcı yazısı;
Ruh dengesini çok zamandır yitirmiş bir toplumun parçası olarak yaşıyorum. Bunu herkes kolayca söyler bugünlerde! Kimin savaşı olduğu belli bir süreçte çocuklarımız ucuz nutuklarla ölüme gönderiliyor. Her akşam tabutlar diziliyor sıra sıra; anneler/babalar, eşler, ne olduğundan habersiz zavallı bebeler görüyoruz ekranda, biraz kederlenip geçiyoruz, dönüyoruz güncel akışa! Biri sorsa: “elden ne gelir, üzülmekten başka” deyip avutuyoruz kendimizi. Kötülüğün sınırları ne denli genişledi oysa… Sahiden el kol bağlı mı?
SAHİDEN ÇARESİZMİYİZ
Geçenlerde bir taksiye bindim. Şoför eski bir albaymış. Hoş beş ettikten sonra malum konulara geldik. Bölgede görev yapmış albayın anlattıkları şaşırtmadı ama hayli kederlendirdi beni. Gencecik askerlerin dağ karakollarda nasıl yalnızlığa terk edildiklerini, uzaktan verilen emirlerin nasıl ezberden uydurulduğunu, bölge gerçeğini bilmeyen kimselerin elinde insanımızın nasıl oyuncak olduğunu iyice anladım. O yörenin coğrafi koşullarında bir dakika kalma olasılığı olmayan gençlerin ölüme gönderiliş biçimi ibretlik. Üstelik artık kimse bu savaşın gerekçesine inanmıyor, dahası silahla bir yere varılmayacağından herkes emin. Bunu kaç genelkurmay başkanı söyledi zaten! Sahiden çaresiz miyiz?
Bir tartışma programında konusu açıldı. Hep iki taraftan söz ediliyor; kimi devletle, silahlı örgütün eşit olmayacağına takılıyor, oysa mesele bu değil ki! Devletin karnesi zayıf; belleğimizde acı dolu bir tarih var, üstelik en son Cizre olayları gösterdi ki formunu hiç kaybetmemiş… Peki, ya öteki? Örgüt sanki ‘Kanarya Sevenler Derneği’! Elbet Kürt siyasal hareketine; ‘dağdakilerle arana mesafe koy’ demek saçma. Lakin daha dün yapılan açıklamaya da tepki gösterilemez mi? Örgüt herkesi tehdit ediyor; kentlerde ‘feda kadrolarımız var’ diyor. Yani? Canlı bomba olacak militanlardan söz ediyor. O gencecik insanlara yazık değil mi? Yaşamak varken doyasıya, neden ölsünler? Kimi “Şehitlik makamı” diyor, uyutuyor, kimi “Feda” diyerek kandırıyor. Sahiden ölüm emri verenlere karşı ses çıkaracak cesaretimiz yok mu?
Artık sıradanlaşan, soyut ‘barış’ kavramının içini doldurmanın zamanı gelmedi mi? Eğer bir arada, özgür ve huzurlu yaşamak istiyorsak, somut konuşmalıyız. Kapalı kapılar ardından, içerikten yoksun, siyasi düzenbazlığın en rezilliğine tutsak edilmiş müzakereleri bir açıklayın. Hangi masaya oturdunuz, ne konuştunuz bilelim. Herkes delikanlıca(!) taleplerini dile getirsin. Meraklanmayın kıyamet kopmaz. Bu memleketin kırmızıçizgisi falan kalmadı. Padişahlığı yaşıyoruz gıkımız çıkmıyor! Yarın masaya(!) döneriz diye mi susuyorsunuz?
Gelinen noktada ‘Kürt Sorunu’ çoktan sınırlarımızı aşmış vaziyette. Ekranda dakika başı “Sayın Öcalan” diyerek nasıl sorun halledilemeyecekse, tersini yaparak, askeri yöntemlerle; topla, tüfekle, tankla bir halka diz çöktürülemeyeceği de ortada! Hadi gerçeği söyleyelim: artık anadilde eğitim hakkı değil mesele, eşit yurttaşlığın anayasaya yansımasından öte, karmaşık ve çok taraflı bir durumla karşı karşıyayız. PKK düşman, PYD dost olabilir mi? E oluyor! “Işid’la savaşanla sorun yok, diğerini yok edeceğim” demek ne denli tutarlı? Bölgede Rusya ve ABD açıkça rol alıyor artık. ‘Cici Kürtler’ ve ‘Kaka Kürtler’ diye ayıracak mıyız halkı? Soru şu; gerçeği konuşmaya, yüzleşmeye cesaretimiz var mı?
Ruh sağlığımız bozuk. Her gün bağıran, küfür eden biriyle boğuşuyor toplum. ‘Saraya gider, rahat ederiz’ dedik, olmadı! Kimseyi bulamazsa muhtarlara bağırıyor, çağırıyor. Kendi dışında herkesi düşman sayan, acayip bir saldırganlıkla toplumu daha da şiddete iten bir ‘yalnız padişah’tan söz ediyoruz. Suçluluk duygusu tüm benliğini esir almış ‘yalnız padişah’ın, herkesten kuşku duyuyor, en yakınlarını düşman sayıyor, hezeyan içinde kırdırıyor insanları birbirine… Buradan çıkış var mıdır?
...
Taksici albayla yaptığımız sohbette; “Açık söyleyeyim ben Demirtaş’ı beğeniyorum” dedi. Belki oy vermedi o albay. Ama barışa giden yol, siyasetin önünün açılmasıyla olur. Barışa bir kez olanak yaratılmalı. Savaşı çıkaranla, savaşla iktidarını güçlendirenle barış olmaz! Albaya sesini duyurmuş Demirtaş. Bu ilk adım. Kürt siyasal hareketi de hep haklı olduğuna inanmaktan vazgeçmeli; seçmenine borcu var, tarihsel görevi var. Mustafa Kemal cumhuriyetinde bu sorunu çözemezseniz, şimdiki sultanlıkla zor çözersiniz!
Hepimizi hasta eden ses aynı!
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ