Türkiye’nin Adaleti

4 Mayıs 2015 - 14:40
“… Sadece geciken de değil, gözleri bağlı masum bir kızın tuttuğu, her şeye ve herkese eşit mesafede duran şaşmaz terazi yerine, ağırlık merkezi kaymış, bozuk ve binenin ağırlığına göre kalkıp inen tahterevalliye dönüşen adalet de adalet değildir.”
 
Necmettin Erbakan Türkiye siyasetinin en renkli simalarından birisiydi.
 
Onun ne Milli Görüş savı dünyadaki milliyetçi akımlara benziyordu ne de adil düzen söylemi dünyadaki adalet kavramlarıyla uyuşuyordu.
 
Örneğin kurduğu ilk siyasi partinin amblemi bir anahtardı, vaat ettiği cennetin anahtarı yani! Cingözlük yaparak bazen ülkenin içinde bulunduğu durumdan kendi lehine olacak şekilde yararlanabiliyor, mecburi istikametin ikinci kurduğu Refah Partisi olduğu konusunda önünü göremeyen seçmeni ikna edebiliyordu.
 
Sonra tehlikeli olmaya başlayıp Yahudi’si, Hıristiyan’ı, Müslüman’ı fark etmez, kendisini bir an güçlü ve güvende hisseden tüm dinciler gibi; “Şimdi ikinci bir önemli nokta, Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak, bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye’nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin, şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek” diyebiliyordu.

Sonunda Erbakan hükümeti kurabildi lakin iktidar olamadı. Çünkü onun hayalci Panislamist çıkışlara odaklı hükümetinin programı ve uygulamaları, içeride koalisyon ortağı DYP ile dışarıda dünyanın hükümdarı olan Yahudi aklı ve diğer medeniyetler nezdinde komediden öte bir anlam ifade etmedi.
 
Devlet yönetmeyi çocukları eğlendirmekle karıştıran bu güldürücü piyes oyuncularını Yirmi Sekiz Şubat Kıtası sahneden indirdi. Bu, ülkenin aleyhine olabilecek en kötü planlardan biriydi. Bu plan sayesinde, gizli niyetler ha bire çeşitli kesimlerin mağduriyeti olarak topluma pompalandı ve geçmişteki anti demokratik uygulamalarla bütün ötekileştirilenler ve bir kısım mütedeyyin sebepsiz yere Cumhuriyete karşı ajite edildi. Gün geldi boynuz kulağı geçti ve o oyuncuların içinden Türkiye’yi dünyanın en istikrarsız ve itibarsız ülkesi yapan ve yazımızın da konusu olan adalet başta olmak üzere tüm demokratik değerleri kenara itecek kadar pervasızlaşarak dini çıkarlarına alet eden kadrolar iktidara geldi.
 
Bu kadroların yer aldığı yapılanmaların başında Adalet ve Kalkınma Partisi gelmektedir. Mensupları, bu partinin tam ismini ve kısaltılmış halini asla ağızlarına almazlar. Hele adalet kelimesiyle araları hiç yoktur. Ak Parti derler. Mağdur edildiğine inandırılmış, cahil ve yoksul bırakılmış toplum kesitleri onu sütten çıkmış ak kaşık olarak algılasın diye.
 
Baktığımızda, Erbakan’ın “Kadayıfın altı kızardı”, “Gulu gulu dansı” muzipliklerinin ardından dile getirdiği yukarıdaki sözlerinin masumane olmadığı ve bugünkü yaşananlara gebe fikirler olduğu anlaşılmaktadır. Erbakan’ı aşan Tayyip Erdoğan, halk için değil kendisi için kurduğu iktidarını korumak adına mı yoksa dünyaya adil düzen getirmek için mi bilinmez, egemen bir devlet olan Suriye’de yönetimi devirmeye kalktı. Resmi rakamlara göre yüzde on iki işsizlik varken ülkemizde, iki milyon Suriyeli tüketiciyi bu tarafa binlerce TIR'ı da o tarafa geçirdi. Esad’ın bir fiske dahi yememiş gibi yönetiminin başında durduğunu görünce de sempatizanlarına şirin ve haklı görünmek adına dünyaya çattı.

Şubat başında Adalet Akademisi'ndeki konuşmasında “Adaletin bu mu dünya?” diye seslendi dünyaya. “Dünya beşten büyüktür, beş ülke yüz doksan altı ülkeye hükmedemez” dedi. Ancak Suriye bataklığından yükseldiği anlaşılan bu sitemi dünyanın beşi de yüz doksan altısı da duymadı bile.
 
Erbakan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı sıfatıyla dünyaya adil düzen getirmek adına Libya’daki çöl çadırında İslam birliğini kuran deli bir bedevinin yardımcısı olmaktan gurur duyduğunu muştularken, Erdoğan İslam kardeşliği adına kara kıtadaki Mogadişu’da hava alanı yapımını başlattı. “Terörün olduğu yerde bunu yapabilmek adalete inanmış insanların işidir” dedi. Somali’deki terör ve adaletsizliğin nedeni hakkında bir açıklama yapmayan Erdoğan adalete o kadar inanmış olmalı ki “2001 de kurduğumuz parti isminin başını adalet koyduk” dedi.   
 
Erbakan, iktidar olduklarında Türkiye’deki her inanç kesiminin kendi hukukunu uygulayacağını söylemişti. Yani bir vatandaş ben Hıristiyan inancına göre yargılanmak istiyorum dediğinde devlet ve yurttaş olmanın teminatı olan anayasa kenara konulacaktı.
 
Dedik ya Erbakan hükümet oldu ama iktidar olamadı. Aynı kökten gelen zihniyet ise iktidara yerleşti ve Erbakan’ın hayallerinin de ötesine geçti. Anayasa hiçe sayıldı lakin herkesin kendi hukukuyla muamele görmesinin de ötesinde tek başına iktidar olan kişinin koyduğu hukuka uyulması isteniyor herkesten.
           
Nihayet yatsıya az bir zaman kaldı ve çözülme süreci başladı AKP’de. Erdoğan’ın etrafındaki çember daralıyor. Abdullah Gül AKP’nin kurucusu benim diyor. Toplumun güvenini kazanmış olanların bir kısmı ayrıldı bir kısmı da rahatsız ve bıçak sırtında siyaset yapıyor. Bütün bunlara ve on üç yıllık kesintisiz iktidarlarına rağmen geride kalanlar hala mağduriyet edebiyatıyla siyaset yapmaktadır. Halkın genelinin efkârı karşı olduğu halde tümden hukuku bitirmeye çalışıyorlar.

Ülkemiz yasalarla yönetildiği günden beri hiç bu kadar çelişkili bir hukuk olmadı. Anayasası olan bir ülkede hâkimlerin, savcıların iradelerini ve kanaatlerini hukukun üstünlüğüne değil de taraf oldukları kişi ya da mercilere teslim etmeleri olası mı? Bunun olası olmadığını Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın çıkışından okuyoruz:

“Yeni anayasanın önündeki en önemli engellerden biri telifi çok zor görüş ve önerilerin her şeye ve herkese rağmen anayasallaşmasının istenmesi olabilir”, “Hukuk devletinde, uzaktan kumandalı yargı da yargıç da düşünülemez”, “Yargının siyasallaşması hukuk devletinin, siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur"

Cumhurbaşkanı istediği kadar devletin köklü kurumlarını zayıflatmaya çalışsın. Despotlaşan, hayalperestleşen yönetimini eleştirenlere saldırmakla ancak kendi saltanatını ve partisinin mirasını bitirmekle kalır. Bu gidiş, yakın zamanda halkın kendisine olan desteğin de sonunu getirecektir. Anayasa Mahkemesi de dahil Türkiye’nin köklü kurumları yüzyılların birikimiyle teşekkül etmiştir. Kolaycacık sarsılacak oluşumlar değildir. Nereden gelirse gelsin her türlü saldırıya karşı demokrasimizin güvenle yoluna devam etmesinin teminatıdır bu kurumlar. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın yaptığı da Türkiye Adaletinin içeride ve uluslararası ilişkilerde hukukun içinde kalacağının kurumsal teminatıdır. Milleti rahatlatan, umut ve güven veren çok yerinde bir açıklamadır.

Cumhuriyetin bir hukuk devleti olduğu, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen anayasanın ilk dört maddesi arasında yer almaktadır. Hal böyle iken savcıların cumhuriyetin savcısı, hâkimlerin de hukukun hâkimi olması gerekmez mi?

    :

    :

    :

    :

    "Türkiye’nin Adaleti" hakkında Tweetler
    YAZARIN DİĞER YAZILARI