"Muhafazakâr bir diktatörlüğün kollarında, beyaz Toros'lardan masallarla uyuyan bir halkla kardeşiz.Unutmayalım, kutsal kitapların ilk cinayetini işleyen bir kardeş katilidir."
Roman ve Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, seçim sonuçlarına ilişkin olarak “Eğer Ankara’daki o patlamada... Bacaklarımızı biz kaybetmiş olsaydık... Seçim sonuçları açıklanırken ne düşünürdük?” sorusunu yöneltti. "Muhafazakâr bir dikatatörlüğün kollarında, beyaz Toros'lardan masallarla uyuyan bir halkla kardeşiz” diyen Söğüt, “Unutmayalım, kutsal kitapların ilk cinayetini işleyen bir kardeş katilidir” ifadesini kullandı.
Söğüt'ün Cumhuriyet'te "O patlamada bacaklarımızı biz kaybetmiş olsaydık..." başlığıyla yayımlanan (4 Kasım 2015) yazısı şöyle:
Seçim sonrası yaşadığımız yılgınlığı, kızgınlığı ya da akılcı çıkarımları bir an için kenara bırakalım ve kendimize o en zor soruyu soralım:
Eğer Ankara’daki o patlamada...
Bacaklarımızı biz kaybetmiş olsaydık...
Seçim sonuçları açıklanırken ne düşünürdük?
Ülkeyi terk etmeyi mi? Fabrika ayarlarımıza geri dönmeyi mi? Yanıldığımızı, kandırıldığımızı, kullanıldığımızı mı? Unutulduğumuzu, umursanmadığımızı mı?
Eğer Ankara’daki o patlamada...
Çocuğumuzun parçalarını biz yerlerden toplamış olsaydık...
Seçim sonuçları açıklanırken ne düşünürdük?
Güreşe doymadığımızı mı? Parti liderlerinin istifa etmesini mi? Dağdakileri, Kandil’i, İmralı’yı mı? Mücadeleyi mi? Bir sonraki seçimleri mi?
Eğer Ankara’daki o patlamada...
Aklımızı biz kaybetmiş olsaydık?
Seçim sonuçları açıklanırken ne düşünürdük?
Platon’un sözlerini mi? Demokrasinin bir eğitim işi olduğunu mu?
Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olacağını mı? Devam edilirse demagogların türeyeceğini mi? Demagoglardan da diktatörlerin çıkacağını mı? Demokrasinin böylece despotluğa dönüşeceğini mi?
Şimdi hâlâ sağlam olan bacaklarımıza bakalım;
Yanı başımızda hâlâ nefes alan sevdiklerimize bakalım;
Aynaya bakalım, aklımızdan geçenlere, geçebilenlere bakalım...
Seçim sonuçlarını ve kendi vardığımız sonuçları bir kez daha düşünelim.
İsteklerimizi ve korkularımızı bir kez daha gözden geçirelim.
İsteklerimizin ve korkularımızın nelere bedel olduğunu düşünelim.
Tercih ettiğimiz güvenli hayatın devamlılık koşullarıyla yüzleşelim.
Bizden uzakta ve başkalarının hayatlarında patlayan her bomba, aslında yakında, yanı başımızda, tam şuramızda patlatılıyor.
Ne ileri ne de geri gidebilmemiz, olduğumuz yerde çakılıp kalmamız bundan.
Etrafımızdaki her şey, sevdiğimiz herkes hep paramparça.
Aklımız...
Korkuyla terbiyelenen ve isyanı hazır bahanelerle kolayca reddeden aklımız...
Nihayetinde kontrolsüz bir iktidar tarafından uzun bir süre daha kontrol altında.
Biz evlerimizde oturup televizyonumuzu izlerken ve çocuğumuzu hangi okula göndereceğimizi ve emekli olduğumuzda nerede yaşayacağımızı ve bir dahaki seçimlerde hangi partiye oy atacağımızı düşünürken...
Onlar neye yakın neye uzak duracağımızı bize yeniden öğretecekler.
Hayallerimizi ve hedeflerimizi yeniden belirleyecekler.
Sınırlarımızı yeniden çizecekler.
Tarihi, kendi yazdıkları gibi bize tane tane dikte ettirecekler.
Ankara’daki o patlama, nedeni belli sonucu feci eski acıların arasına karışıp sislenecek.
Anbean azalan isyanımız, o sisin içinde kaybolup gidecek.
Padişah yine kükredi, avanesi silkindi.
Artık ensemizde bir süre daha tehlikeli bir iktidar ve ötesi.
Biz ensemizi istediğimiz kadar karartmayalım.
Terörün ister bir örgütten ister bizzat devletten, nereden gelirse gelsin, yüksek sesine hemen kulaklar tıkanıyor ve sığınaklara kaçılıyor.
İtirazlarımız yetersiz, samimiyetimiz şaibeli, huzursuzluğumuz geçici.
Bir kez daha yüzleştik:
Muhafazakâr bir diktatörlüğün istikrar vaat eden kollarında, kutsal kitaplara sarılıp bombalardan ve tehditlerden ve beyaz Toros’lardan masallarla uyuya kalan bir halkla kardeşiz.
Maalesef anne bir, baba bir...
Ve unutmayalım, kutsal kitapların ilk cinayetini işleyen bir kardeş katilidir.
YAZIYI KAYNAĞINDAN OKUMAK İÇİN...