Türkiye'nin son yıllardaki sosyolojik gidişatına göz atmak ister misiniz? Özellikle muhafazakârlara?
Volkan Ertit’in henüz iki hafta önce çıkan kitabı bunun için en başarılı kaynak olacaktır. Zira bana göre Türkiye’yi iyi okumak isteyen herkesin önemli bakış açıları ve örnekleri yakalayabilecekleri
Endişeli Muhafazakârlar Çağı kitabı başarılı bir malzeme arşivi ortaya koymuş.
Yazar Ertit, öncelikle sekülerleşmenin kuramından ve tarihselliğinden bahsederek Steve Bruce’un “Sekülerleşme Teorisi” kuramı üzerinden bilimsel ve teknik bir alt yapıyla başlamış kitaba. Ardından
muhafazakârlığın tanımını: din, gelenek, inanç, ibadet-ritüel, ahlak, aile vb. yapıları korumak olarak vermiş. Sonrasında ise, Bruce’un Hristiyan toplumu için sekülerleşmeyi hızlandıran 7 dinamikten üçünün her toplum için geçerli olduğunu vurgulayarak
bilimsel gelişme, endüstriyel kapitalizm ve kentleşmenin olduğu her toplumda sekülerleşmenin olacağını vurgulamış. Türkiye’de sekülerleşmenin DP dönemiyle başladığını ve bugüne kadar köyden kente göç oldukça sekülerleşmenin hızlanarak devam ettiğini söylemiş. Ertit, Türkiye'nin sekülerleşmesinin tarihi olarak kısaca şunların altını çizmiş: 1950’ye kadar Türkiye daha muhafazakâr bir toplumdu çünkü köyde yaşayan halk nüfusun yarısından fazlasını oluşturuyordu. Demokrat Parti’yle kentleşmenin hız kazanması ve günümüze kadar da devam etmesi sekülerleşmeyi de hızlandırdı. Ve tam burada Volkan Ertit şunları eklemiş: “Gelenekler bireylerin kiminle, nerede, ne kadar ve nasıl sosyalleşeceğine kırsalda karar verebiliyor iken, bireyler kentte bu gibi detaylara görece olarak kendi özgür iradeleriyle karar verirler.
[1] AK Parti’nin her ile bir üniversite projesiyle farklı şehirlerde okuyan muhafazakâr ailelerin çocukları kendi yaşantılarını özgürce yaşayabileceklerinin farkına vardılar ve yaşamaya başladılar diyerek
Y (1980-1999 arasında doğanlar) ve
Z kuşaklarının (2000’den sonra doğanlar)
X Kuşağından (1965-1979 arasında doğanlar)
daha seküler bir yaşam tarzı sürdürdüklerini vurguluyor.
Sekülerleşmenin dinden uzaklaşma olduğunu ancak dinsizleşmek olmadığını belirterek dinin toplumsal gücünün ve prestijinin azalması olarak tanımlıyor. Türkiye’de sekülerleşmeyi densizleşme olarak tanıtan/anlatan ilahiyatçılara da 6. Bölümde hatırı sayılır şekilde yer ayrılmış ve (çok kızdığı anlaşılıyor) sert şekilde cevaplar vermiş.
Bireysel olarak karşılaştırmalı Muhafazakâr/Seküler okuması
“Muhafazakârlaştığı iddia edilen bir toplumda dinin prestijinin geçmişe nazaran artması beklenmektedir. Yani, din ile ilgili “şey”lerin (dini şahsiyetler, kutsal eserler, dini günler, dini ritüeller) geçmişe nazaran daha kutsal, daha sorgulanamaz hale gelmesi beklenir. ...Sekülerleşme ya da desekülerleşme tartışmasında önemli olan, geçmişle kıyaslanarak hangi grubun sayısında artış olduğunu ortaya koymaktır.”
[2] Tam da bu bağlamda Ertit şu soruyu soruyor: “Sokakta hangi çift ile karşılaşmak daha olasıdır: başörtülü Anne-Başörtüsüz Kız / Başörtüsüz Anne-Başörtülü Kız.”
[3] Biz de aile yapımızla kendi yapımızı karşılaştırarak daha Muhafazakâr veya seküler bir yaşam sürdürdüğümüzü kolayca görebiliriz. Eğer ailemizden daha Muhafazakâr bir hayat yaşıyorsak Türkiye'nin Muhafazakârlaşmasına bir katkı yapıyoruz demektir. Aksi durum söz konusuysa bireysel olarak sekülerleşen bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz demektir.
Çocuklara verilen isimler üzerinden Sekülerleşme okuması
Türkiye'nin son yıllarda daha Muhafazakârlaştığı veya Sekülerleştiği okuması toplumsal bütün alanlardaki değişimler gözlemlenerek/araştırılarak yapılabilir. Nitekim Ertit şöyle bir tespitte bulunmuş: “Türkiye toplumu için uzun yıllar kız çocuklarına en çok verilen ilk beş isim dini şahsiyetler olan Fatma, Ayşe, Emine, Hatice ve Zeynep iken 2000’li yıllar bebek isimlerinde farklılaşmanın yaşandığı bir dönem olmuştur. Ayşe ve Fatma gibi daha önce ilk iki sırada yer alan isimler sırası ile 18. Ve 19. sıraya gerilemiştir. 2001-2010 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönem içerisinde daha önce ilk 20’nin içinde yer almayan Yağmur, Esra, Sıla, İlayda, Beyza gibi isimler 2010 yılı itibari ile ilk 20’nin içinde görünmektedirler. 2013 yılında kız çocuklarına verilen ilk 20 isim içerisinde ise Ecrin, Azra, Ela, Belinay, Nehir, Irmak, Eylül gibi isimler yer alır”
[4] Bu istatistikler erkek isimleri için de mevcuttur. Görüldüğü gibi toplumun önemli kısmı artık çocuklarına dini referansı olan isimler vermek yerine oyuncu, sanatçı isimlerini vermeyi tercih etmeye başlamıştır. Bu da dinin günlük hayatımızdaki etkisini kaybettiğini göstermektedir.
Dini eleştiren yazarlara ön yargı kırılmış durumda
“1990’larda İslam dinini eleştiren Turan Dursun ve Aziz Nesin gibi yazarlar düşüncelerinden dolayı ya öldürülmüşler ve yakılmak istenmişlerdir. Ya da nefret objesi olarak yaşamlarını noktalamak zorunda bırakılmışlardır. Muhtemelen Turan Dursun kitaplarını 2014 yılında yazmış olsaydı öldürülmeyecekti.”
[5] Yazarın tespitine baktığımızda artık Türkiye’de Muhafazakârların dini eleştirilere karşı sert tepki vermediklerini, nefret suçu işlemediklerini, adam öldürmediklerini anlıyoruz. Bu bağlamda meseleyi Orhan Pamuk üzerinden okumak yararlı olabilir. Zira Pamuk herhangi bir dini eleştiride bulunmamıştır. Bilindiği gibi Ermeni Soykırımı üzerinden siyasi bir yorumda bulunmuştur. Ancak hem bu söylem hem de Pamuk’un liberal duruşu Muhafazakârlar tarafından eleştiriyle ve ön yargıyla karşılanmıştır. Şimdi gelinen duruma baktığımızda Muhafazakâr ebeveynler hala Pamuk okumasalar da başörtülü çocuklarını Pamuk’un imza günü sıralarında hatırı sayılır şekilde görmek veya kitabını satın alırken görmek mümkündür. Burada da Muhafazakârların eskiden sert şekilde eleştirdiği yazarlara karşı artık daha sakin ve mantıklı tepkiler verdiklerini, en azından artık o eserleri kulaktan duyma bilgilerle değil, okuyarak eleştirdiklerini görüyoruz.
Cem Yılmaz esprileri üzerinden sekülerleşen Türkiye'yi merak eder miydiniz?
Kitap bir çırpıda akıp gidiyor. Günlük yaşantımızdan, alışkanlıklarımızdan, izlediğimiz videolardan örnekler okurken kitabın içinde buluyoruz kendimizi. Cem Yılmaz esprilerinin bir gün bilimsel çalışma kaynağı olacağını hiç tahmin eder miydiniz? İşte bu çalışmada hem Cem Yılmaz esprilerine gülecek, hem de yaptığı esprilerinin sekülerleşmedeki yerini keyifle okuyacaksınız.
Avrupalı araştırmacı titizliği
Batılı araştırmacılık hassasiyeti son yıllarda Türkiyeli araştırmacılara (bilimsel çalışmalarında) önemli zenginlikler kattı. 2013 yılında Columbia Üniversitesi’ne giden arkadaşım Semuhi Sinanoğlu başından geçen bir olayı anlatmıştı. Semuhi’yi biz sağlam makale yazarlığıyla tanırdık. Ancak Columbia Üniversitesi’ndeki hocası Semuhi’nin ilk makalesini beğenmeyip beğenmeme nedeni olarak da ortaya koyduğu tezin argümanlarını istatistiksel bilgilerle desteklemediğini, dolayısıyla tezini somut verilerle açıklayamadığını vurgulamış. Bu bağlamda baktığımızda Volkan Ertit’in araştırması Batılı araştırmacı titizliğiyle hazırlanmış. Bu hassasiyete şu maddelerle özen göstermiş.
1- Tez bir teori alt yapısıyla kurulmuş.
2- Bu teori her yerde aynı şartlar altında benzer sonuçları veren (bilimsel gelişme, edüstriyel kapitalizm ve kentleşme varsa sekülerleşme kaçınılmazdır)beynelmilel bir sonuç ortaya koymuş.
3- Tezin argümanları sağlam istatistiksel verilerle desteklenmiş.
4- Karşılaştırmalı bir yaklaşımla nesnel bir çalışma ortaya konmuş . Örneğin, Hristiyan bir toplumun sekülerleşmesindeki dinamiklerle Müslüman bir toplumun sekülerleşmesindeki aynı dinamikler üzerinden toplumun dönüşümü okunmuş. Buna ek olarak da son yıllarda Hristiyan toplumunun dini lideri Papa Francis’in ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in nasıl seküler bir üslup kullanmaya başladıkları karşılaştırmalı olarak incelenmiş.
Sonuç olarak kitap detaylı şekilde incelendiğinde de görüleceği gibi toplumun eşcinsellik algısından evlilik öncesi cinsellik yaşamaya başlamasına, Muhafazakâr kadınların eskiden bol giyinme hassasiyetinden dar giyinmeye ve Muhafazakâr modanın oluşumuna (Ala Dergisi), haberlerin alt metin okumalarından dizilerin verdikleri mesajlara kadar her alanda artık Türkiye toplumunun algısının ve tepkisinin farklılaştığını ve sekülerleştiğini vurguluyor. Yazarın kitaba yıllarca hazırlandığı, okuma ve gözlem yaptığı ve hayatımızdaki her şeyi tekrar gözden geçirdiği açık şekilde belli oluyor. Ufuk açıcı bu çalışmalarının devamını diliyoruz.
Kitap yazılırken dinlenen müzikler
Volkan Ertit’in şu inceliğini de vurgulamadan geçemeyeceğim. Zira kitabı yazarken müziklerini dinlediği müzisyenlere teker teker teşekkür etmiş. Kim mi bu müzisyenler? Kimler yok ki. Paragrafı aynen alıyorum: “Kitabın yazılma sürecinde gerekli melodileri sağlayan Bülent Ortaçgil, Düşbaz, Fikret Kızılok, Bob Dylan, Cat Stevens, Don McLean, FAUN, Nightwish, Adele, S.A.R.S., Indila ve Asaf Avidan’a...”
[6] Ertit’in bu listesine alternatif bir kaç öneri yapmak istiyorum.
Alternatif müzik önerileri
1- Le Trio Joubran
2- Alt-Taro
3- Gabrial Yard-“Des Orages Pour La Nuit”
4- Hans Zimmer- The greatest hits from Hans Zimmer
5- Ve her yazı işçisinin ilham kaynağı olan Radyo Voyage müzikleri.
Twitter: @samiiakbiyik
[1] Volkan Ertit,
Endişeli Muhafazakârlar Çağı (Orient Yayınları: Ankara, 2015), 34-35.