Gülizar ŞAHİN | KARŞI GAZETE | RÖPORTAJ
Geçtiğimiz günlerde katılımı oldukça yüksek olan galasıyla seyircisine ulaşmaya devam eden "
Uyanış", yepyeni kurgusuyla bir şizofrenin gözünden; geçmiş, bellek, kadın - erkek sorunları, aile çatışması, kaza, yazgı, bilinçaltı ve estetik gibi kavramlara değinen oldukça başarılı ve vurucu bir oyun.
Biz de oyun sonrasında, dünya tatlısı, genç yaşına rağmen, kalemiyle, edebiyat, sanat bilgisiyle, vizyonuyla kendisine hayran bırakan, tüm bunların ötesinde; kendi deyimiyle "
annesinin deli kızı", tiyatronun kurucusu ve proje sanat yönetmeni
Yağmur Yağmur ile konuştuk. Eminim siz de benim gibi bu renkli ve sıradışı kişilikle tanışmaktan mutluluk duyacaksınız.
"Oyun Bandı" nasıl bir birikim sonunda kuruldu ve seni tanımayanlar için kendinden kısaca bahseder misin?
1986 İstanbul Üsküdar doğumluyum. İktisat fakültesi mezunu olmama rağmen çok küçük yaşlarda edebiyatla ve tiyatroyla iç içe bir hayatım oldu. Okulda tiyatro takımındaydım; her zaman farklı farklı metinler arar, bulur, okur ve sahnelerdim. Kafamda sanat yapma fikri 8 yaşından bu yana her zaman oldu.
Üniversiteden sonra Şahika Tekand ile Stüdyo Oyuncuları'nın seçmelerine katıldım. Hayata ve sanata bakış açımı değiştiren yer olarak tanımlıyorum burayı. Çünkü oyun kavramındaki dürüstlüğü, sahne üzerindeki yaratıcılığı, tiyatro yapmak için çok da öyle majör şeylere ihtiyaç olmayacağını, insanın kendisine olan güveninin önemini, yalın düşünmenin ve tasarının önemini, kısacası sanatı sanat yapan birçok kıymetli bilgiyi Şahika Tekand'dan öğrendim.
Kültür - sanat yazarı olmadan önce tiyatroyla yollarımız çok önceden kesişmişti aslında buradan bunu çıkarabiliriz. Stüdyo Oyuncuları'nda eğitim aldıktan sonra; gayriihtiyari edebiyatı ve yazmayı da çok sevdiğim için kültür - sanat yazarlığı yapmaya başladım.
Şiirlerim, kendi yazdığım oyunlarım, uyarlamalarım, henüz yayımlanmamış dosyalarım var. Onlar yayıma hazırlanıyor. Bir şiir, bir deneme dosyam, bir de yaşayan şairlerimiz ile ilgili nehir söyleşi tarzında hazırlanan çalışmam var.
Biz seni kültür - sanat yazarı olarak tanıdık ve biliyoruz daha çok. Özel tiyatrolar bu kadar büyük ve zorlu bir mücadele içindeyken neden tiyatro kurma ihtiyacı hissettin?
Tiyatro kurma fikri son üç yılda kafamda bütün ağırlığıyla adeta "bastıran" bir fikir ve tam anlamıyla da benim için bir ihtiyaçtı artık. Yaptığım işten dolayı tiyatronun duayenleriyle çok yakın ilişkilerim oldu. BirGün'e dört yıl yerli ve yabancı sanatçılarla gerçekleştirdiğim kapsamlı söyleşiler hazırladım.
Çeşitli dergilerde izlenim ve söyleşilerim yayımlandı bir yandan, çok fazla oyun izleme şansım oldu ve şunu gözlemledim; tiyatroda, sanatta yeni yeni soluklara, yeni yeni gruplara fazlasıyla ihtiyaç var. Son yıllarda da özellikle alternatif sahnelerin sayılarının birer birer artmasıyla bu bir anlamda gerçekleşmeye başladı.
Oyun Bandı'nın süreci de iki yıl öncesine dayanır. Bağımsız bir tiyatro da ben kursam nasıl olur? diye düşünüyordum. Bazı zorlayıcı unsurlarla karşılaşsam da, biraz serde delilik var sanırım; (gülüyor.) bardağın boş tarafını değil de dolu tarafını görmeye çalıştım galiba... Yerli bir yazarın; Yakup Almelek'in ülkemizde birçok "dramaturjik" rapora takılarak yapılamayan "Uyanış" isimli metnini projelendirerek başladık.
"Oyun Bandı" ismi neden?
"Oyun Bandı" ismini yönetmenimiz Saydam Yeniay buldu. Bir akşam konuşurken, tiyatronun adı ne olsun diye düşünürken birden "Oyun Bandı" olsun dedi ve bana çok sıcak geldi bu isim. Melodik olarak da güzel tınlayan bir isim olduğunu düşünüyorum. Yabancı dile de kolay çevrilebileceğini düşündüğümüz için tak diye yerine oturdu isim olayı. "Oyun Bandı" aslında biraz da yara bandına gönderme. Sanat yoluyla da bazı yaralar sarılabilir düşüncesini de çağrıştırıyor.
Yakup Almelek ile yollarınız nasıl kesişti ve ilk oyun olarak "Uyanış"a nasıl karar verdin?
Ankara'da "İş Adamı" adında bir oyunu sergilenmişti. Onunla ilgili 5 yıl önce bir röportaj yapmıştık kendisiyle BirGün için. Yakup Almelek'in tiyatroya olan ilgisi, merakı, heyecanı yazdığı oyunları okumama vesile oldu.
Ortak noktamız tiyatro olduğu için dost olduk.
Oyunlarını okuduğumda Uyanış'ın duygusunu çok beğendim. Kadın duyarlılığıyla yazılmış bir metindi. Dramaturjik olarak kusursuz metinler yaratabilirsiniz belki ama bir iletiniz, tınınız ve duygunuz olmadığında bir şeyleri tetiklemeniz zorlaşabiliyor.
"İlaç prospektüsünden bile Shakespeare metinleri kadar kıymetli bir oyun yapılabilir." der Tekand.
Bu yaklaşımı çok özel bulurum ben. Drama için "iç dünyada" bir şeylerin erimesi yeterli. Her metin majör şeyler söylemek ya da kendi içinde majör bir tavır saklamak zorunda da değil. Yönetmenimiz Saydam Yeniay da vizyonuna güvendiğim bir isim. Metni "rejiye ve yeni bir kurguya" açık bulduğumuz için yapmak istedik.
Bir de Türkiye'de kadınlar üzerine yazılmış oyunlar çok az. Belki de sert ve ataerkil bir toplum olduğumuz için genelde erkek odaklı oyunlar var. Bu oyunun tam bir kadın oyunu olması ve dilindeki naiflik beni sardı. Zaten amacım da ilk oyun olarak yerli bir yazarın metniyle çıkmaktı.
Bu oyunun bu ihtiyaçlarımızı karşıladığını düşündüm. Yönetmenimizle beraber dramaturjisini de yaptık. Türk tiyatrosunda çok fazla metin odaklı işler yapıldığı için, görselliğin de ön planda olduğu bir biçim deneyerek sahnedeki derinliği aradık. Metnin kendi içindeki dilinden hariç sahne plastiği ile de bir dilinin oluşmasını istedik. Ve bunu da yapabildiğimize inanıyorum.
Ana karakter Ayla nasıl bir kadın?
Ayla en başta bir şizofren. Yaşamış olduğu bir travma -ki kendi haylazlığı yüzünden babasını kaybediyor- onun hayata daha da fazla sorgulayarak bakmasına yol açıyor. Şizofrenler üzerine yaptığım araştırmada onların çok kafiyeli konuştuğunu, hayali kurgulamaları çok iyi yaptığını öğrendim.
Zaten sanatçıların çoğunun da şizofren olduğunu düşünürüm. Hiçbir şey yokken bir şey üretebilmek çok da "normal" bir kafadan çıkacak bir olay değil. Yani şizofrenlik sanatın ruhunda var ve Ayla'nın da bu yüzden bir nevi sanatçı ruhuyla, huzursuzluğuyla hayata yaklaşan ya da hayattan uzaklaşan bir kadın olduğunu görüyoruz.
Öte taraftan ise yaşadığı kazayı içselleştirip; başka bir şeye dönüştürmesi gerekirken, hayallerinin ve yazgısının kurbanı olmuş bir kadın. Ve şunu da özellikle haykırıyorum, Türkiye'de çok Ayla var. Cinselliğini keşfedememiş, aile ve mahalle baskısından kurtulamamış, hastalıklı ebeveynlerle yaşayıp dış dünyaya açılamayan, belli bir sosyo - ekonomik sınıftan bile olsa otosansür uygulayan, dış görünüşü biraz özensizse, belli estetik biçimlerden uzaksa; dışlanan, ötekileştirilen bir sürü kadınımız var. Bu yüzden Ayla önemli bir karakter ve babasının hayaletiyle yaşayan bir tür dişi Hamlet.
İnsanlar neden gelmeli bu oyuna?
Bir kere duyguları yakalamak için gelmeli. Kafalarına kesin cevaplardan ziyade; esaslı bir soru işareti bırakmak için gelmeli. Günümüzde maalesef bazı duyguları unuttuk. Kadın olmanın böylesi vahşi bir dünyada ne kadar zor bir şey olduğunu görmek için gelmeli. Ve her şeye rağmen bir umudun olduğunu, hayaletlerle bir gün vedalaşılabileceği ihtimalinin olduğunu bilmek için gelmeli. Oyuna inanmış birbirinden yetenekli genç oyuncuları izlemek için gelmeli.
Peki erkekler?
İnsanlar dedin... Sonrasında erkekler dedin... Bak sen dedin ha, ben bir şey söylemedim. (Gülüyor.) Erkekler de kendilerini sorgulamak ve kendileriyle yüzleşmek için gelmeli. Fakat şunu söyleyeyim, bu oyunu kadınlar çok daha iyi anlıyor, öyle sahneler var ki kadınlar gülerken erkekler somurtuyor. Çünkü erkek yaratamayan bir varlık, ama kadın tam tersi doğurgan ve doyurgan bir varlık. Kadın içinde bir canlıyı yaşatıyor, büyütüyor; erkekse ya tohumunu bırakıyor ya da öldürüyor.
Bir konuşmamızda "Türkiye'de de Dostoyevski ve Shakespeare kadar iyi yazarlar var ama çok fazla görünmüyor." demiştin. Bunu neye dayanarak söyledin?
Günümüz sanat ve medya ortamına bakarak söyledim. Bizim tiyatromuz kendi yazarlarını derinlemesine bilmiyor, önemsemiyor ve bana kalırsa küçümsüyor. Çeviri metinlerin yüzde sekseniniyse beş para etmese bile göklere çıkartıyor.
Birçok ülkenin tiyatrosu klasik yazarlarını sahnelerken ve edebiyat uyarlamaları yapılırken bizim tiyatromuzdaki bu tarzda yapılan işler bir elin parmağını geçmiyor. Kitap okuma oranının yüzde 0.1 olduğu bir ülkede özellikle ödenekli tiyatrolar yeni nesile edebiyatı sevdirmek için niçin tiyatroyla edebiyatı kaynaştırmak adına önemli atılımlarda bulunmuyor?
Evet bizde de çok iyi romancılar, şairler ve oyun yazarları var! Yakup Kadri'yi, Sabahattin Ali'yi, Yusuf Atılgan'ı, Oğuz Atay'ı, Tanpınar'ı, Leyla Erbil'i, Vüs'at O Bener'i, Peyami Safa'yı, Fakir Baykurt'u, Nazım Hikmet'i, Orhan Kemal'i, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı ve daha nicesini kaç kişi ilgiyle okuyor, yazıyor, tanıtıyor?
Bir Sevim Burak misal, kaç sözümona "çağdaş" "yenilikçi" tiyatro bir Sevim Burak metnini sahneledi şimdiye değin?
Tolstoy, Gorki, Gogol, Dostoyevski, Dumas, Victor Hugo gibi yazarları repertuarlarına alan, hatta salt edebiyat uyarlamaları yapan tiyatrolar var dünyada! Biz bir Akdeniz ülkesiyiz, kendi coğrafyamızın, kültürümüzün, tavrımızın izleklerini niçin tiyatromuzda daha çok göremiyor, kendi edebiyatımızın ve yazarlarımızın soluğunu görüntülü sanatlarla süsleyip sunamıyoruz? Renksiz, kokusuz, tatsız ve sözde "sert" -ki sert dedikleri şeyler bana fazlasıyla "yumuşak ve hafif" geliyor- biçimlerin, tavırların peşinden koşuyoruz?
"To be or not to be"yi "Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin." tadında çevirecek ya da uyarlayacak kadar renkli, cesur bir Can Yücel kafasına her zaman ihtiyaç olacak.
Türkiye'de genç tiyatro oyuncularına ne gibi tavsiyelerin var?
Tavsiye verecek kadar "yetkin" ve "otorite" değilim. Kelin ilacı olsa kendi başına sürer. (Gülüyor.) Tavsiye vermeyi "ustalara" bırakalım. Sadece tek bir şey söyleyebilirim sanatta "arayış" esas olan ve öğrenmenin hiç mi hiç sonu yok!... Sanat uzun, hayat kısa! Falan filan. Çok mu dandik bir cevap oldu? (Gülüyor.)
Okumanın, tiyatro yapmak ve üretmek üzerine çok büyük bir etkisi var. Okuma serüveninde neleri takip ediyorsun ve öneriyorsun?
Okumanın her güzel şeyde büyük bir etkisi var. Kendimi herhangi bir kategoriye koymuyorum. Kalıpları ve klişeleri reddediyorum! Şunu iyi biliyorum ki bugüne kadar ne iyilik, güzellik, yaratıcılık ve pırıltıyla yolculuğumu bezediysem; bunu iyi bir okur olmama borçluyum.
Yerli ve klasik yazarlarımızı severek okuyorum. Biraz önce adını saydıklarım ilk aklıma gelenler. Onun dışında çağdaş ve daha yenileri de ilgiyle okuyorum. Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Menteş, Seray Şahiner gibi yazarları severek takip ediyorum. Dünya yazınını da takip etmeye çalışıyorum.
Dünya edebiyatının yapı taşlarından Cervantes, Goethe, Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Gorki, Gogol, Çehov, Turgenyev ve neredeyse tüm klasik yazarlar vazgeçilmezlerim! İngiliz yazınında John Fowles'i çok severim. Ve tabii ki Shakespeare! Kafka, Camus, Milan Kundera, Zweig, Thomas Mann, Cioran, George Orwell, Italio Calvino ve Italio Svevo'yu döner döner okurum. James Joyce'u anlamak bir ömür harcamaktır! Harcayacağım galiba! (Gülüyor.) Marquez, Carlos Fuentes, Jorge Amado, Borges, Elias Cannetti, Jose Saramago'ya ayılıp ayılıp bayılırım. Irvin Yalom, Haruki Murakami, Yukio Mişima, Irısh Murdoch, Norman Mailer, Jenette Winterson, Witold Gombrowicz, George Perec, Hermann Hesse, Paul Bowles, Truman Capote severim.
Yeraltı Edebiyatı da bağrımda basılı ve yer üstümdedir. Henry James, Boris Vian, Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Jean Genet, Chuck Palahniuk, Richard Brautigan, Philippe Djian, Ingvar Ambjörnsen, Ursula Le Guin... Louis Ferdinand Celine, Virginia Woolf, Henrik İbsen ve Samuel Beckett'in eserlerini aşkla okurum. Tasavvuf edebiyatını da çok seviyorum. Şiir çok seviyorum. Rainer Maria Rilke, William Blake, Federico Garcia Lorca, Kavafis, Rene Char, Adonis, Muhammed Bennis, Furuğ Ferruhzad, Pablo Neruda, Aloysius Bertrand...
Yerli şairlerimizden hemen hepsi; Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Ece Ayhan, Edip Cansever, Cemal Süreya, Orhan Veli, Behçet Necatigil, Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü Onur, Ataol Behramoğlu, Nilgün Marmara, Didem Madak, Birhan Keskin, Murathan Mungan ve niceleri. Bu ara Michel Foucault Doğruyu Söylemek'i okuyorum onu önerebilirim. Jean-Paul Roux'dan Dinlerin Çarpışması'nı önerebilirim, zengin ve anlaşılır bir anlatımı var. Bu iki kitap da bugünün dünyasına ait önemli argümanlar sunuyor.
"Uyanış"ı, birçok başarılı tiyatro projesinde imzası bulunan Saydam Yeniay yönetiyor. Proje Tasarımı'nı ve Proje Sanat Yönetmenliği'ni ise; aynı zamanda "Oyun Bandı"nın kurucusu olan Yağmur Yağmur üstleniyor. Mapping ve ışık teknikleri kullanılarak; görselliği yüksek bir atmosfer yaratılan oyunda, dekor tasarımı Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımı Murat Özdemir, kostüm tasarımı Dilek Kaplan, müzikler ise Orhan Enes Kuzu imzasını taşıyor.
Oyunda; Özlem Öçalmaz, Alayça Öztürk, Barış Aytaç, Dikmen Seymen, Kubilay Karslıoğlu, Elçin Hanbay Kaya ve Batuhan Sezer rol alıyor.
Çarpıcı sahneleriyle dikkat çeken "Uyanış", 28 Ocak Çarşamba Saat: 20:30'da Profilo Kültür Merkezi Salon 2'de seyircisiyle buluşmaya devam edecek. Biletler: Biletix www.biletix.com ve gişede.
RÖPORTAJ | KARSIGAZETE.COM