Ayşegül KASAP | RÖPORTAJ | KARŞI GAZETE
Hürriyet binasındaki ofisinde bizleri ağırlayan Öymen, olası koalisyon ihtimalleriyle birlikte önümüzdeki günlerde Türkiye’nin karşılaşabileceği durumlar hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu.
Öymen, yolsuzluk ve hukuksuzluklar hakkında Türkiye’nin dünden bugüne çizdiği tabloyu özetlerken, hukuk dışına çıkan ve talimatlarla görevini kötüye kullanan kimselerinin ise yargılanacağının altını çizdi.
İşte Altan Öymen’in Karşı Gazete’ye yaptığı açıklamalar…
Koalisyon hakkındaki ön görüleriniz nedir? AKP ile ittifak mümkün mü?
Bu durumda koalisyon hükümetinin kurulması şart. Bunu neye göre kurmak lazım? Aslında bir kaç açıdan bakılabilir. Biri şu:
Seçim öncesi
, iktidardaki AKP, muhalefetteki partilerin üçünü birden hedef alıyordu ve ağır bir şekilde suçluyordu.
Muhalefettekiler de iktidarın anayasayı çiğnediğini
, demokrasinin esaslarına aykırı davrandığını, özellikle
kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırıldığını söylüyorlardı.
TEMEL GÖRÜŞ AYRILIKLARI MUHALEFETİ YÜZDE 60’A ÇIKARDI
Yani
yasama yürütme ve yargı aslında birbirinden bağımsız olarak davranmaları gerektiği halde, bu bağımsızlığın ortadan kaldırıldığını, yasamanın da yargının da iktidar partisinin kontrolü altına girdiğini öne sürüyorlardı. Yani temel görüşler ikiye bölünmüştü. Bu ikiye bölünmüşlüğün sonucunda muhalefetteki partiler oylarını yüzde 60’ına yakınını alarak birlikte seçimi kazandılar.
Eğer seçimden önce bir koalisyon anlaşması yapmış olsalardı onların iktidarı gerçekleşirdi ama, öyle bir anlaşma yapmamışlardı. Tabii, kendi aralarında görüş ayrılığı vardı. Ama seçimden önce siyaset sahnesinde, ana hatlarıyla iki grup siyasi akım vardı. Seçimi, ikinci akım, yani muhalefette bulunan akım kazandı.
MHP’NİN TUTUMU DEMOKRATİK DEĞİL
Muhalefet partilerinin seçim öncesi söylemlerine baktığımızda;
demokrasinin tahribe uğradığını, yeniden sağlamlaştırılması gerektiğini söylüyorlardı.
Yolsuzluklar konusunda şikâyetçilerdi. İktidarın buyurgan tavır
sergilemesinden rahatsızlardı.
İşte bütün bu ortak noktalar üzerinden koalisyon kursalardı daha iyi olurdu. Ama
MHP, “HDP olursa ben yokum” diyor. Bu pek demokratik uygulamalarda bağdaşmaz.
Türkiye’nin koalisyon tarihi pek parlak değil. Dünyadaki başarılı ülkelerin çoğu koalisyonla yönetilirken Türkiye bu başarıyı neden ıskalıyor? Eksiğimiz nedir? Koalisyon oluşturacak partiler sizce hangi hususlara dikkat etmeli?
Koalisyon, öncelikler meselesidir. Yani savaştan çıktıktan sonra Fransa’da mesela muhafazakârlarla birlikte komünistlerin de bulunduğu bir koalisyon vardı. Aralarında
çok keskin karşıtlıklar olduğu halde dahi koalisyona gidilmiştir. Bizde koalisyonla karşılaşılması,
ilk defa 1961’de olmuştur.
CHP ve Adalet Partisi birbirine karşıt görüşlerde olmasına rağmen bir araya geldiler ve 8-9 ay iktidarda kaldılar, fazla kalamadılar.
Koalisyon süreleri neden bu kadar kısa sürdü?
Aslında koalisyonlar zaten bir ömür boyu süren şeyler değil. Çoğu halde en önemli hadiseler neyse onları halletmeyi amaçlayan bir program yaparlar. Programın gerçekleşmesine kadar birlikte çalışırlar sonra ayrılabilirler. Aralarında anlaşmazlık çıkıyor ayrılabiliyorlar. Tabii ideali, seçim sonuna kadar bir tane koalisyon olması, iki-üç tane olması değil.
Şu anki tablo nereye doğru gidiyor? AKP’yi saf dışı mı bırakırlar? İttifak mı olur?
Başta ifade ettiğim gibi, 3 partinin birlikte olmaları mümkündü ve seçimlerin sonucunun mantığına göre de daha iyi olurdu. Çünkü yapmak istedikleri şeyler belliydi.
Türkiye’nin yeniden demokratikleştirilmesi, kuvvetler ayrılığının yeniden uygulanır hale gelebilmesi gibi siyasi hedefler, ekonomik planlar vardı, halkın geniş kesimlerine daha iyi şartların sağlanması gibi. Ama MHP HDP’yle yapmam dedi. Bu ihtimal ortadan kalktı. Şimdi başka bir koalisyon…
Nasıl bir ihtimal görünüyor peki?
Ortada da iki ihtimal var. Ya AKP ile CHP yahut AKP ile MHP kuracak. Tecrübesi yapılacak, daha belli değil. Yani bu bir zorunluluğun sonucu, kimse bunu istemiyor. Tabii, herkes tek başına iktidara gelmek ister, ama bu mümkün değil. Herhalde uzlaşacaklar.
Zaten uzlaşma denilmesi; sen yüz şey istiyor olabilirsin ama benimle birlikte hareket edeceksen, bunun ancak ellisini yaparsın, yahut daha azını, pazarlığa göre… Yani hedeflediğin yerden daha gerideki noktayı kabul etmen lazım.
Peki, bu iki koalisyon ihtimalinde de yolsuzlukların ve yolsuzlukları örtme uğruna yapılan hukuksuzlukların üzerine gidebilecekler mi?
Burada iki şey vardır: Bir geçmişin muhasebesi, ikincisi de bundan sonrası.
Bundan sonrası için;
AKP’nin yeni yöneticileri ve yeni seçilen milletvekillerinin niyeti varsa, bundan sonra yolsuzlukların önlenmesi için gerekli kanuni değişikliklerin yapılması lazım. Belki bunların en azından bir kısmını yapabilirler. Bu da çok önemlidir.
Geçmişe gelince, geçmişteki durum şuydu:
4 Bakan hakkında meclise gelmiş olan soruşturma önergeleri vardı. Soruşturma önergeleri mecliste görüşüldü. Sonradan
AKP grubu öyle bir oy kullandı ki, -zaten mutlak çoğunluğa sahipti- onların
Yüce Divan’a gönderilmesine imkân vermedi. Burada bunun yenilenmesi mümkün. Çünkü o karardan sonra da bazı iddialar ortaya çıktı. Bütün bunların yeniden ele alınması suretiyle, o soruşturma önergesinin yenilenmiş şekli yeniden görüşülebilir.
HSYK KURULUNUN DEĞİŞMESİ LAZIM
Bir komisyon kurulabilir yine. Bu defaki Meclis Komisyonu’nda eğer bu iddialar ciddi bulunursa, komisyon raporuyla birlikte
Yüce Divan talep edilirse, Meclis Genel Kurulu onu kabul edebilir ve ilgilileri Yüce Divan’a sevk edebilir. Yani geçmişe yönelik olarak bu yapılabilir.
Meclis’teki o durumun dışındaki hukuksuzluklar açısından ise kanunların değişmesi lazım. HSYK kurulunun değişmesi lazım çünkü orada
eski AKP hükümetinin telkinleri altında hareket eden uygulamaların örnekleri görüldü. Onun için adalet mekanizmasının reforme edilmesi gibi bir mesele var.
Daha önceki hükümet adalet mekanizmasını
reforme ediyorum diye kendisine daha yakın savcıları, hâkimleri tayin etme yoluna gitmişti. Zaten hükümetin böyle bir tayin yetkisi olmaması gerekir ama, HSYK’nın yeniden düzenlenmesi sırasında Bakan’ın etkisine, Başbakan’ın etkisine imkân veren bir mekanizma ortaya çıktı.
ÇOK AÇIK BİR ŞEKİLDE SARAY VESAYETİ VARDI
Sizin bir ifadeniz vardı, “darbe döneminde bile bunları görmedim” şeklinde…
Tabii, darbe dönemlerinde adamlar kanun çıkardıkları zaman
“yahu nasıl çıkartırsın bu hukuka aykırı” deyince diyorlardı
ki “Ben darbe yaptım, darbelerin kanunları ayrıdır”. Böyle bir şey vardı. Ama burada sen demokratik olarak seçilmiş bir partisin. Demokratik kurallarla seçilmiş olmana rağmen demokrasinin olmazsa olmaz kurallarını ortadan kaldırıyorsun.
Türkiye’de ‘Saray vesayeti var’ diyebilir miyiz bu durumda?
Şimdiye kadar çok net bir şekilde vardı. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı seçildi. Seçildikten sonra bir de yemin etti. Yeminin en önemli unsuru
‘Tarafsız davranacağım’ idi.
Hâlbuki bu seçim kampanyası gösterdi ki tarafsız davranmadı. Bir de anayasanın hükmüne göre, görevinden ötürü yaptığı hareketlerden dolayı soruşturma açılamadığı için buna itiraz da edilemiyor. Ve bu yaptıkları yanına kaldı.
‘DEVLET İMKÂNLARIYLA SEÇİM KAMPANYASI’ OLACAK ŞEY DEĞİL
Devletin imkânlarıyla aktif olarak seçim kampanyasına katılması… Bu olacak bir şey değildi, tasavvur bile edilemezdi. Şimdi bu da yapıldı. Anayasa hükümden dolayı bunların üzerine hukuken gidilemese bile, bundan sonrasının önlenmesi lazım. Yani gerek hukuki açıdan, gerekse siyasi açıdan gerekli tedbirlerin alınması lazım.
Ama bu tabi Meclis’te olacak. Hukuk yoluyla değişiklikler nasıl olur? AKP gurubunun da bu ihtiyacı görmesi lazım, yoksa kendileri açısından da iyi değil. Burada tehlikede olan sadece muhalefet değil.
AKP ile koalisyon kurulması ihtimalinde bu saydıklarınız gerçekleşebilir mi? Gerekli kanunların çıkarılmasında Erdoğan’ın baskısına ne kadar direnebilirler?
AKP’ye bağlı… 258
milletvekili sayısı var. Bu yarıdan fazla değil ama yine de çoğunluk. Diğer partiler de var. Diyelim CHP ile koalisyon kuruldu. Öbür partilerin üyelerini de AKP’lileri de ilgilendiren bir mesele var. Kendileri açısından da parti açısından da önemli. Hele bugünkü Başbakan açısından çok daha önemli.
BAŞBAKAN SORUMLUDUR
Olan tüm bu Anayasa’ya aykırı, demokrasiye aykırı durumlardan Başbakan sorumludur. Cumhurbaşkanı sorumsuz kalıyor. Türkiye yarın bir gün diyelim savaşa girmek zorunda kalabilir ya da savaş olmasa bile dış politikada olumsuz bir olayla karşılaşabilir. İç politika alanında karşılaşabilir, ekonomik alanda karşılaşabilir.
Bütün bunların sorumlusu Başbakandır. Bu açıdan, bu durum herkesin, devlet teşkilatında çalışanların hepsinin aleyhinedir.
“Cumhurbaşkanı’nın usulsüz bir telkinine uydum” savunması onları kurtarmaz.
HEPSİ YARGILANIR
Yani şunu mu diyorsunuz: Hukuk, rayına girdiği zaman, Erdoğan’ın emriyle hukuk dışında hareket edenler yargılanırlar?
Hepsi yargılanır. Cumhurbaşkanı Anayasa’daki durumuna göre yargılanamayabilir. Ama bunu uygulayanların hepsi mesul olur. Sorumlu olur.
Hangi seviyede olurlarsa olsunlar; memurların kanunsuz, usulsüz emirleri yerine getirme hakkı yoktur.
CUMHURBAŞKANI DEĞİL, KANUNSUZ EMRİ UYGULAYANLAR SORUMLU OLUR
Halk tarafından hükümet yetkisi elinden alınan AKP ve Erdoğan savaşı bir koz olarak mı görüyor? Bunu göze alır, cesaret ederler mi gerçekten?
Cesareti bırak, asker gönderme meselesi Meclis’in elindedir. Türkiye’nin böyle bir şey yapabilmesi için Meclis’in kararı gerekir. Anayasa’ya göre, normal olan şey, konunun Meclis’te görüşülmesidir. Yani, bir harbe neden olmak, bir savaş kararı almak gibi sonucu olur bunun.
Endirekt de olsa dolaylı da olsa bu, Meclis’in kontrolü altındaki bir şeydir ve bunun enine boyuna Meclis’te tartışılması gerekir. Devletin diğer organlarıyla da temas edilerek tabii… Bunun sorumluluğu çok büyüktür.
Talimatın Saray’dan geldiği söyleniyor. O zaman bunun sorumluluğu kimin?
Saray, Anayasa’daki, Türkiye’nin Meclis tatilde veya ara verme halindeyken ani bir silahlı saldırıya uğraması durumu dışında, böyle bir talimat verdiği zaman, bu kanunsuz olur ve bunun uygulanması mümkün değildir. Dolayısıyla kanunsuz bir emri uygulayanlar sorumlu olurlar.
BUNCA YILLIK GAZETECİYİM HİÇBİR DÖNEM BÖYLE ŞEYLER GÖRMEDİM
Uygulanması mümkün değil diyorsunuz ya, o kadar çok uygulanması mümkün olmayan şey uygulandı ki şimdiye kadar…
Orada çok haklısın tabii. İnanılmaz şeyler oldu. Ben hiçbir dönem kanuna veya yönetmeliğe göre uygulanması gerekirken ‘uygulamıyorum’ gibi uygulanması reddedilen bir şey hiç hatırlamıyorum veya bunun tersini... Yani uygulanmaması gerekirken uygulanmasını. Bu kadar sene gazeteciyim. Devletin yüksek mevkilerinden böyle tavır takınıldığına tanık olmadım.
Hiç umulmayacak, beklenmeyecek şeyler oldu. Fakat burada kanunlar da açık. Meclisin de önemi var, oradaki insanların da sorumlulukları var.
O sorumluluklar inşallah bu Meclis tarafından hatırlanır. Bir kere hukuken bir sorumluluk olur. Ön ayak olanlar, emir verenler, o kanunsuz emre uyanları da ilgilendiren sorumluklar olur ama aslında yasama görevi yapan Meclis’te, halkı temsil eden insanların da sorumlukları var. Siyasi sorumlukları da var. Hukuki sorumlulukları da var. Onların bu sorumluluğun bilincinde olması gerekir.
Silah taşıyan TIR’lar yurtiçinde çok tartışıldı. Dünya buna nasıl tepki verecek. En önemlisi ‘Uluslararası Hukuk’ta karşılığı nedir?
Yabancı basında eleştirel çok yazı çıkıyor bu konu hakkında. Türkiye bunu ilan ederek yapmadı fakat açıklanmamış şekilde bir takım yardımların yapılmış olup olmadığının tahkik edilmesi meselesi var. Bir de genel olarak dış politikası var.
Sınırdan geçen kamyonda ne vardı? Kamyonların içinde bir takım şeyler ortaya çıktı ama kime gönderildi?
“Ona göndermedim, buna göndermedim” diye tartışılıyor. O da ayrı ama genel dış politika çizgisinden bakıldığı zaman sonuç ortada. Dünya açısından da Türkiye açısından da… Ve Türk vatandaşları olarak bizim açımızdan da…
MERHABA DİYECEĞİMİZ ÜLKE KALMADI
Türkiye dış politikada öyle bir hale geldi ki… Merhaba edeceği ülke kalmadı. Mısır’da elçimiz yok, Libya’da yok. Suriye’yle tam manasıyla kanlı bıçaklı hale gelmişiz, elçiler yok. İran’la, Rusya’yla ilişkilerimiz parlak değil. Bir de üyesi olmak istediğimiz AB var. Ona da Sayın Cumhurbaşkanı veryansın eder. ABD ile geldiğimiz durum ortada…
TÜRKİYE DAHA ÖNCE BÖYLE BİR DURUMA DÜŞMEMİŞTİ
Ben hiç Türkiye’nin böyle bir duruma düştüğünü hatırlamıyorum. 1950 yılından beri gazetecilik yapıyorum.
Türkiye’nin her zaman dostları ve müttefikleri vardı. BM’de bir saygınlığı vardı. Hepsine veryansın ede ede nereye gidersin?
AB’ye girmek istiyorsun müracaat etmişsin, görüşmeler yapmayı kabul etmişler, ona, “ortak üye”nin de üstünde “müzakere eden üye” statüsündesin. Şimdi gelinen nokta. Hepsine veryansın ediyorsun. Hepsi kötü. NATO üyeleri kötü. AB ülkeleri kötü. 28 ülke kötü...
TÜRKİYE’NİN AB’DEKİ PARILTISI ORTADAN KALKTI
Bu açıdan bakınca Türkiye’nin itibarı da sarsıldı. AB için bizi istemeyen ülkeleri karşısına alarak destek veren ülkeler vardı. Bu durumda onları da zor durumda bıraktık. Bir daha arkamızda dururlar mı?
Kopenhag kriterleri var orada. Demokrasinin esaslarından basın özgürlüğüne kadar bir çok kriter var orada… Sen bunları kabul etmişsin, sonra da hiçbirini tanımıyorsun.
Mesela
gösteri yürüyüşleri, AB ülkelerinden çok önemli bir şeydir. Şimdi sen gösteri yapan insanlara
‘darbe yapıyorlar’ diye üzerlerine TOMA’yla gidiyorsun. Bu kabul edilebilir bir şey değil.
Tüm bu demokrasinin olmazsa olmazları ihlal edildiği için Türkiye’nin politikalarına güven zayıfladı tabii.
Hele AB’yle ilişkilerimizde. Bayağı parlak bir şekilde katılımcı üye haline gelmişken, şimdi o manzara tamamen kalktı ortadan.
HÜKÜMETİN ‘IŞİD’İ DESTEKLİYORLAR’ ALGISINDAKİ PAYI BÜYÜK
Sonra bizim için IŞİD’i destekliyorlar iddiası var bir de… Doğru olmasa bile öyle bir algı yaratıldı ki… Hükümetin bunda çok payı var. Hükümete yakın gazeteler,
‘PYD IŞİD’den daha tehlikeli’ diye manşet atıyor. Gel de bunu izah et. Bu tüyler ürpertici bir durum. Bütün dünya basını IŞİD’in yaptığı barbarlıklardan bahsediyor.
“Kim yardım ediyor bunlara?” dendiği zaman Türkiye’nin adı geçiyor. Manzara bu şekilde olunca, birçok ülkenin kamuoyunda Türkiye’ye ağır eleştiriler yöneltiliyor.
BARAJ KALKMAZSA ERKEN SEÇİMDEN YİNE BENZER SONUÇ ÇIKAR
Eğer Türkiye erken seçime giderse, nasıl bir tabloyla karşılaşırız?
Zannediyorum buna benzer bir durum çıkar.
Erken seçime gidilecekse; ilk olarak yüzde 10 barajı kaldırılmalı. Yüzde 10 barajı burada bir kumar unsuru gibi duruyor. İnsanların bir kısmı başka partiyi tutuyor ama barajın altında kalırsa o zaman AKP’nin oyu yükselecek diye başka partiye oy veriyor. Böyle seçmen iradesini zora sokan, ona sorumluluk yükleyen, işleri karmakarışık eden bir sistem var.
BARAJ TÜRKİYE’DE SIFIRDI, BİR ZARARINI GÖRMEDİK
Evvelden Türkiye’de baraj sıfırdı. Türkiye onun hiçbir zararını görmedi.
İkinci olarak da Sayın Cumhurbaşkanı’nın Başbakan gibi yollara dökülüp sabah akşam muhalefet partilerini hedef haline getirmesinin önü alınmalı. O zaman daha sağlıklı bir sonuç çıkar. Ama bunlar yapılmayıp, aynı şekilde barajlı ve propaganda eşitsizliği altında bir seçime gidilirse, benzer tabloyla karşılaşırız.
Ayşegül Kasap | KARSIGAZETE.COM.TR
FOTOĞRAF: Burak EKİCİ