Röportaj : Ece ÇELİK
Atilla Dorsay Türkiye’de sinema eleştirmeni deyince akla gelen ilk isimlerden. 1960’lardan bu yana sinema ile ilgili binlerce eleştiri yazısına imza atan Dorsay, Türk sinemasının 100. yılı etkinlikleri kapsamında ‘100 yılın 100 Türk filmi’ adında bir kitap kaleme aldı.
Geniş bir giriş yazısıyla Türkiye’nin sinema macerasını özetleyen Dorsay, kitabında 1930’lardan 2010’lu yıllara kadar yapılan filmler arasından bir
seçki sunuyor.
‘100 Yılın 100 Türk Filmi’ kitabı nasıl çıktı ortaya?
Kafamda Türk sinemasının 100. yılı için yapmak istediğim projeler vardı. Ama acele etmiyordum çünkü kutlamalar ilk Türk filminin çekildiği tarih olan kasımda başlar diye düşünüyordum. Ama hem birçok kurum özel etkinlikler yapmaya başladı hem de Remzi Kitabevi kitabı erkenden istedi. Kitap için günde iki DVD izleyip yazdım ve tüm Türk sinemasını tarayan bir derleme ortaya çıktı. Ama bu ideal 100 film anlamına gelmiyor elbette.
Filmlerin çocuğunu ikinci kez izlemiş olmalısınız. Tekrar izlediğinizde farklı algıladığınız filmler oldu mu?
Aşağı yukarı hepsini ikinci kez izledim. Ama çocukluğumda izlediğim filmlerde bile temel izlenimimin çok değişmediğini gördüm. Yine de bugünden geriye doğru bakış çok önemli. O eski filmleri yeniden keşfedişimin bana verdiği heyecan bambaşka oldu.
Kitabın girişinde neredeyse Türk sinemasının 100 yılının özetini çıkarıyorsunuz.
Girişte sinemanın 100 yıllık tarihini ve yaptığım seçkinin gerekçelerini anlatmam gerekir diye düşündüm. Türkiye sinemasında ilk yıllar araştırma yıllarıdır. 30’larda ilginç filmler görülür ama bunların hepsi Muhsin Ertuğrul’un filmleridir. 40’larda tiyatrodan gelen yönetmenlerin yaptığı filmler var ki ağır bir tiyatro estetiği altında boğulmuşlar. Bana göre gerçek sinema 50’lerden itibaren başlar. 50’lerden sonra hem üretim artar hem
filmlerde çeşitlilik başlar.
Ve 60’larda sektör patlama yapar...
60 darbesinin getirdiği göreceli özgürlük dalgasıyla birlikte her türlü sol fikir dillendirilmeye başlanır. Bir sürü usta yönetmen art arda gelir. 70’ler parlak başlar ama sonra bunalım dönemi ve ünlü seks filmleri kuşağına hapsolur. 80’lerde artık Yeşilçam bitmiştir. 12 Eylül sonrası her şey yasaktır. Toplumla ilgili filmler yapılamaz bu yüzden birey incelemesi içeren, kadın sorununa eğilen çok güzel filmler yapılır. 90’lar yeniden bunalım yıllarıdır. Ardından 2000’ler yine çıkışa geçer. En sevdiğim 10 yılın 60’lar ve 2000’ler olduğunu söyleyebilirim. 2000’lerde hem eski usta isimler çalışmaya devam ediyor hem yepyeni bir sinema anlayışı geliyor.
Kitaptaki seçkide sanat filmleri kadar ‘ticari ve popüler’ filmler de var.
Bence popüler filmlerden öğreneceğimiz çok şey var. Sinema bir sanat ama aynı zamanda bir kitle iletişim aracı ve bir ticari ürün. Ben sinema izlemeye birçoğumuz gibi ticari Amerikan filmleriyle başladım. Dolayısıyla popüler filmleri asla küçümsemem yeter ki iyi örnekleri olsun. Bu yüzden iyi popüler film örneklerini kitaba aldım. İki filmiyle Kemal Sunal’ı bir filmiyle Zeki Müren’i dahil ettim. Son dönemden ‘Nefes: Vatan Sağ Olsun’ ve ‘Fetih 1453’ gibi filmleri de kitaba koydum. Bu filmler bizim hakkımızda çok şey söylüyor. Örneğin ‘Fetih 1453’ Türkiye toplumunda son dönemlerdeki kendi tarihine eğilme durumunun bir yansıması. Eleştirmenler bir parça toplumbilimci olmalı. Tutan filmlerin arkasındaki sebepleri önemsemeliyiz.
HÜKÜMETİN BAKIŞI BUYURGAN
Siyasi iktidarın sinemaya bakışını nasıl buluyorsunuz?
Bu hükümetin sanata olan bakışını çok buyurgan ve kısıtlamacı buluyorum. Sayıca çok olabilirler ancak tiyatroda, sinemada kendi ahlak anlayışlarını dayatmaya, “Benim oyum çok, ben her istediğimi yaparım” demeye kimsenin hakkı yok. Bundan sonra Türkiye’de bunlara devam etmenin kolay olduğunu zannetmiyorum.